<div>TENCERENİN HATIRLATTIKLARI</div> <div>Bir ülkenin milli parasının döviz karşısında değer kaybetmesinin halka yansıması sadece enflasyon ve faiz olarak ortaya çıkmaz. Sorunların başında o ülkenin şirketlerinin değerlerindeki önlenemez düşüş de gelmektedir. Zorda kalan, borçlarını çevirmekte ve yeni borç yapmakta büyük sıkıntılar yaşayan şirketlerin bu durumda ilk akıllarına gelen çözüm, varlıklarını haraç-mezat satışa koymak olmaktadır. Yılların birikimi olan ve daha çok emek-yoğun altyapı ile oluşmuş değerleri, kamu ve özel şirketleri, maalesef bu nedenle göz açıp kapayıncaya kadar el değiştirmektedir.</div> <div>Diğer taraftan yaklaşık 500 milyar dolar toplam dış borcu ile ekonomisini döndürmeye çalışan bir Türkiye var. Borç bulmada zorlandığımız için Varlık Fonu’ndaki şirketlerimizi satarak veya ipotek olarak gösterip yüksek faizle de olsa kısa vadeli sıcak para ihtiyacımızı karşılamaya çalışıyoruz.</div> <div>Ayrıca dövizdeki akıl almaz yükselişin sanayiciye teşvikiyle oluşacak ihracattaki artış ile de ülkeye döviz girişini hızlandırmayı hedefliyoruz.</div> <div>Ancak bu arada ihracatın içindeki ithalatın payı göz ardı ediliyor. İthalatın ortalama yarısının ihracat için zorunlu olarak yapılması gerektiği hesaba katılırsa, bu hedef de tam anlamıyla bekleneni verememektedir.</div> <div>Bunun yanında ülkedeki ekonomik gerçeklerden bağımsız bir şekilde, enflasyon ve faiz arasında yürütülen ilişkinin toplumda faize olan bağımlılığı maalesef daha da güçlendirdiği görülmektedir. İnsanlar asgari ihtiyaçları için bile uzun vadeli kredilere başvurmak durumunda kalmaktadır. Bir taraftan faizle mücadele edildiği söylenirken, diğer taraftan asıl çözüm olan yatırım için işadamlarına yine kredinin, faizin adres gösterildiği bir dönemi yaşıyoruz.</div> <div>Bununla birlikte bilindiği gibi yabancılar 250 bin dolar karşılığı mülk edindiklerinde vatandaşlık için başvurmaya hak kazanıyorlar. Bu miktar Ocak 2017’de 1 milyon dolar olarak belirlenmişti. Kararın Resmi Gazete’de yayımlandığı gün olan 11 Ocak 2017 tarihinde dolar kuru yaklaşık 3,85 TL civarında idi. Yani o gün için 3 milyon 850 bin TL karşılığı taşınmaz alanlara vatandaşlık yolu açılıyordu. Ardından Aralık 2018’de yani yaklaşık 2 sene sonra 1 milyon dolar olarak belirlenen miktar, “Türk Vatandaşlığı Kanunu Yönetmeliğinde” yapılan değişiklik ile 250 bin dolara düşürüldü. Yine bu kararın Resmi Gazete’de yayımlandığı gün olan 7 Aralık 2018 tarihinde ise dolar fiyatı yaklaşık 5,33 TL idi. Yani bu sefer de 1 milyon 350 bin TL civarında mülk alanlar vatandaş olabileceklerdi. Yani yabancılar için çok ama çok daha cazip şartlar oluşturulmuştu. Bu kararı alırken de son 20 yılda birçok kez yapıldığı gibi ekonomideki canlılık için yine inşaat sektörüne bel bağlanmıştı. Daire satışlarını belli bir seviyede tutmak ve konut üretimlerini sürekli hale getirmek için yabancılardan gelecek kaynaklara umut yüklenmişti. Bugün için dolar kurunun ortalama 12 TL olduğunu varsayarsak, 250 bin dolar 3 milyon TL yapıyor. Ocak 2017’de 1 milyon dolar, 3 milyon 850 bin TL ediyorken, bugün sadece 250 bin dolar 3 milyon TL ediyor. Bu hesap bile başlı başına nasıl bir cendere içine girdiğimizi yeterince anlatmıyor mu? Bu hesap üzerinden bile ekonomideki kırılganlığın hangi boyutlara ulaştığını görmek mümkün değil mi? Bir yerlerde hayati yanlışlıklar yapıldığını anlamak için başka nelerin olması gerekiyor?</div> <div>Sonuç olarak ekonomide yaşanan olağanüstü gelişmeler, temel gıda maddelerindeki fahiş fiyat artışları dün belki mutfaklardaki yangını körüklüyordu ama bugün yangın tamamen evleri kuşatmaya başladı. Allah korusun sosyal açıdan sıkıntıların artış gösterebileceği ve toplumun provokasyonlara daha açık hale gelebileceği bir döneme doğru sürükleniyoruz. Ancak iktidarın işin ciddiyetini anlayabildiğine dair ciddi kaygılar taşıyorum. Sorunlarla mücadelede yine kamplaşma ve taban konsolidasyonu stratejisini uygulama kararı aldıkları şeklinde ipuçları öne çıkmaya başladı. Başka, yeni, toparlayıcı ve kuşatıcı bir yaklaşıma ihtiyaç var. Döviz – faiz- enflasyon arasında bir o yana bir bu yana savrulan toplumu, çıkmazdan, bunalımdan kurtarmanın ana çıkış yolu zihniyet devrimidir. O devrimin şifresi de üretimdir. Üretmeden hem de bu zor koşullarda finans kapitalizminin araçlarıyla bu kısır döngüden kurtulma ihtimalinin olmadığı çok açıktır. Aynı yerden kaç sefer ısırıldık, farkında değil miyiz? Sürekli aynı şeyleri yaparak farklı sonuç beklemek ne kadar mantıklı? İktidar tencerenin mesajını almamakta neden bu kadar direniyor?</div> <div>Mustafa KAYA</div>