Tarım, insanlığın ihtiyaç duyduğu temel gıdalara yeterli, sağlıklı ve her zaman ulaşılabilir olması için olmazsa olmazdır. Tarihimiz de tarımın önemini ortaya koyan onlarca hadiseye şahittir. 1. Cihan Harbi'nde, Çanakkale direnişinde, Kurtuluş Savaşı'nda vatanımız emperyalist güçlerin kuşatmasına maruz kaldığı zaman Anadolu tarımla ayakta kalmış, atalarımızın ekip biçtiği topraklarda yetişen başaklarla birlikte insanımız düşmana karşı direnmiştir. İşte bu gibi olaylar tarihimizde, kültür hafızamızda tarımın, hayvancılığın, ekmeğin özel yerini oluşturmuştur. Başağa, buğdaya özel bir hürmet doğurmuştur. Asırlardır devam eden bu gelenek maalesef gıda emperyalizminin topraklarımıza giriş yapmasıyla giderek azalmıştır. 1945 yılında dünyayı yakıp yıkan 2. Dünya Savaşı sona ermişti. Tüm dünyada özellikle savaşın harap hale getirdiği Avrupa'da üretim çarkı tamamen durmuştu. Türkiye savaşa girmese de bu savaşın ekonomik yıkımından payını almıştı. Ekmek karneye bağlanmış, ekim alanları savaşın etkisiyle azalmıştı. Küresel ticaretin sekteye uğradığını gören Amerika Birleşik Devletleri, 1948 yılında "kesenin ağzını" açtı. Marshall Planı ile ABD, 16 ülkeye "yardım" göndermeye başladı. Bu "yardımlar" parayla, üretim araçlarıyla, kimi zaman da gıdayla yapılıyordu. Türkiye'nin de payına "gıda yardımı" düşmüştü. "Sam Amca" Türkiye'ye para da verdi, süt tozu verdi, rafine şeker verdi, margarin yağı verdi ve özellikle endüstriyel beyaz un verdi. Esmer unun yerine medyanın da propagandasıyla beyaz un dönemi başladı. Yüzyıllardır tüketilen esmer ekmek kötüleniyor, beyaz ekmek tavsiye ediliyordu. Beyaz ekmeği tüketmek adeta modernlik, çağdaşlık olarak lanse ediliyordu. Beyaz ekmeğin vitamini yoktu, minerali yoktu, doğallığı yoktu ama olsun "Sam Amca" tavsiye ediyorsa "bir bildiği" vardı. İşte bu yıllardan itibaren soframıza yabancı eller dokunmaya başladı. Bu el sadece soframıza dokunmakla kalmadı. Tarım alanlarımıza dokundu "siz ekmeyin, biz size ekmek veririz" dedi. Bir zamanlar kendi kendine yeten bir ülke olan Türkiye, şimdi tarımda bile kendi kendine yetmiyor. Sosyal Güvenlik Kurumu'nun (SGK) verilerine göre 2008-2020 yılları arasında çiftçilerin sayısı %48 oranında azaldı. 2008’de 1 milyon 127 bin olan çiftçi sayısı 2019’da 600 bine kadar düştü. Tarım alanları da son 20 yılda yüzde 12,3 azaldı. 2002’de 26 milyon 579 bin hektar olan tarım arazisi 2019’da 23 milyon 94 bin hektara kadar düştü. Sebze bahçeleri alanı ise aynı dönemde yaklaşık yüzde 15 küçüldü. 2024 yılı yaş çay alım fiyatı kilogram başına 17 TL, buğday için ton başına 9.250, arpa için ise 7.250 TL olarak belirlenmesi bu iktidarın tarımın önemini kavramaktan hâlâ uzak olduğunu gösteriyor. İktidarın çiftçimizi perişan hale getiren, onu ektiğine, ekeceğine pişman eden yaklaşımının maliyetini bu millet ödemeye devam ediyor. Enflasyon yüzde 100’lere dayanmış ama buğday alım fiyatına yüzde 12 artış vermek, çiftçiye “ekme, üretme” mesajından başka bir şey değildir. Bu durum ülkemiz için ciddi mesajlardır. Dünya yeni krizlere gebe: Kuraklık tehdidinden yapay gıda tehdidine birçok emperyalist plan kapımızı çalışıyor. Yarının ne getireceği bilinmez, fakat her plana hazır olmamız için mutlaka ama mutlaka tarımı ayağa kaldırmalıyız. İktidar, tarımı sıradan bir ekonomik sektör olarak görmeye devam ederse, ülke olarak bunun bedelini çok ağır öderiz. Ne yazık ki, salgında yaşanan hızlandırılmış tecrübe bile akılları başa getirmemiş görünüyor. Buradan bir daha uyarıyorum; tarımı milli güvenlik meselesi olarak önemsemeyenler, gün gelir acı gerçekle yüzleşir ve bu milletin vebalini sırtlanmış olurlar. Mustafa Kaya