<div>“Suriye ile Sil Baştan…”</div> <div>20.11.2022</div> <div>Suriye’de iç savaşın başlamasının üzerinden on yıldan fazla zaman geçti. Geçen süre zarfında 1 milyona yakın insan hayatını kaybetti, 8 milyon civarında insan başta Türkiye olmak üzere komşu ülkelere ve farklı coğrafyalara sığınmak zorunda kaldı. Hareketlilik ilk başladığında, on yıllardır diktatör rejimlerin baskısı altında yaşamaya çalışan insanlara sunulan özgürlük vaatlerinin bir kurgudan ibaret olduğu gerçeğini anlamak için çok da zaman geçmesine gerek kalmadı. Geçtiğimiz Eylül ayında sosyal medyaya düşen bir paylaşımda dönemin Fransız Dışişleri Bakanı, Suriye ile ilgili çok önemli bir açıklama yaptı. İç savaş başlamadan sadece 2 yıl önce İngiliz Dışişleri Bakanı ve istihbaratının Suriye’de rejimi değiştirme sürecini başlattıklarını kendisine söylediklerini ve “bize katılın” dediklerini aktardı. Yani Arap Baharı sürecinin halkların haklı taleplerinin istismar edilmesi olarak bir yerlerde planlandığını itiraf etmiş oldu. Bütün bu gerçekler ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) gibi bir plan resmen ilan edildiği halde maalesef Türkiye’yi de yanlarına çekmeyi başardılar(!) Bunu da Arap Baharı öncesi BOP Eş Başkanlığını kabul eden Türkiye’ye görevinin gereği olarak takdim ettiler. Ortadoğu’ya barışı, huzuru, özgürlükleri ve demokrasiyi Türkiye’nin öncülüğünde getireceklerini söylediler. İktidar da buna yürekten inandı. İşte o günden beri Suriye meselesi Cumhuriyet tarihinin en önemli güvenlik sorunu olarak önümüzde durmaya devam ediyor.</div> <div>Bütün bunlar yaşanırken yapılan uyarıları, çırpınışları, bugünleri görerek hareket edenleri “zalim diktatörle işbirliği yapmak” olarak takdim eden, bunun üzerine seçim kampanyaları oturtan iktidar zikzaklarından başarı hikâyeleri çıkarmak için olmadık algı oyunlarına başvurdu. Sadece İstiklal Caddesi’nde yaşanan terör saldırısı bile Suriye sorununun hangi boyutlarda tehdit oluşturduğunun delilidir. Saldırı Afrin’de de planlansa, Münbiç’te de tasarlansa her iki yer de Suriye’de oluşturulan istikrarsızlığın delilleridir. PYD/YPG de yapsa, şu tugay veya bu örgüt tarafından da yapılsa bu Suriye’deki kontrolsüzlük ve denetimsizliğin sonucudur. Arkasında ABD de olsa, başka hesapların sonucu olarak farklı odaklar tarafından da organize edilse sonuç itibariyle bütün bu olasılıkların laboratuarı olan yer Suriye’dir.</div> <div>Şimdi cevabı beklenen sorular şunlar;</div> <div>Gömlek yanlış iliklenmiş şimdi sonunu denk getirmeye çalışmak ne kadar mümkün?</div> <div>Esed çoktan Esad olsa da bu cendereden bir çıkış gerçekçi mi?</div> <div>Köprünün altından akan suları geri çevirmek mümkün değil ama en azından bundan sonrası için sorunun çözümüne dair bir şeyler ortaya konabilir mi?</div> <div>Bu tartışmalar sürüp giderken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen hafta Endonezya’da gerçekleştirilen G-20 Zirvesi sonrası gazetecilerin sorularını yanıtladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la görüşme ihtimali ve Türkiye’nin Suriye ile Mısır’la ilişkileri hakkında sorulan soruya, “Siyasette ebedi olarak dargınlık, kırgınlık, küslük olmaz. Vakti, zamanı geldiği anda oturur, değerlendirir, ona göre de bir yenilemeyi yapabilirsiniz” yanıtını verdi. Ayrıca, “Hele hele Haziran seçiminden sonra bir sil baştan yapabiliriz. Ve buna göre de yolumuza inşallah o şekilde devam edebiliriz” diye de ekledi.</div> <div>Bu açıklamayı duyunca sorunun bu kadar büyümediği zamanlarda, bugünleri işaret edenlere yapılan hakaretler aklıma geldi. Üzülmedim desem yanlış olur. Üzüntüm elbette kendi adımıza değildi. Sonuç itibariyle bu milletin, bu coğrafyanın selameti için sözünü sakınanlardan olmak sorumluluk sahibi olanlar için büyük bir züldür. Burada asıl üzüntü sebebim kaosun, kanın, gözyaşının, zulmün, göçün, terör örgütlerinin hâkimiyetine sokulan Suriye içindir. Sorun dün de vardı, bugün de var. Ancak dün muhatap birdi, bugün sayılarını hesap etmekte zorlanıyoruz. Bin bir türlü denge işin içine girdi. Hangi adımı atarsanız atınız, mutlaka çoklu hesaplar yapmak zorunda kalıyorsunuz. Irak’ta bir Saddam gitti, bin Saddam ortaya çıktı. Bir Esad Şam’a sıkıştırıldı ama terk ettiği yerlerde binlerce Esad at oynatmaya başladı.</div> <div>Bir de Sayın Cumhurbaşkanı neden seçimler sonrasını işaret etti, onu da çok anlayabilmiş değilim. Sorun her geçen gün daha da çetrefilli hale geliyor. Bugün bir süreç başlatılmasının önündeki engel nedir? Mısır konusuna ise hiç girmiyorum. Akdeniz’de Yunanistan’ı merkeze taşıyan Türkiye’nin yanlış yaklaşımlarından dolayı Mısır oldu. Elbette Mısır’a masumiyet atfediyor falan değilim. Mısır bizimle sorun yaşadığı yıllarda maliyet hesabı yaparken konuşamadığımız için bunlar oldu.</div> <div>Dış politika böyle bir şey işte. Duygular önemlidir ama her zaman sizi doğru adrese taşımayabilir. Sonrasında duygusal bağ kurduğunuzu, bütün yaptıklarınızı onlar için yaptığınızı düşündüğünüz insanlara da faydanız dokunmamaya başlar.</div> <div>İnanın böyle durumlarda biz demiştik demek kadar acı veren bir şey yok. Söylediklerinizle haklı çıksanız ne olacak ki. Akdeniz’de boğulan bebekleri, hayatını kaybeden yüzbinlerce insanı geri mi getireceksiniz? Yersiz, yurtsuz kalan milyonlarca insanı kaybolan hayallerine mi kavuşturacaksınız, hayır.</div> <div>Her şeye rağmen, en azından bundan sonrası için tünelin ucunda azıcık bir ışık bile olsa ki, o ışık vardır bu mutlaka değerlendirilmelidir. Ancak şu gerçeği de söylemek lazım; Türkiye bu türden hayati sorunlarını artık eski yüzlerle çözemez. Yeni yüzlere, yeni yol haritalarına ihtiyaç olduğu aşikârdır. Bu iktidar artık özellikle Suriye konusunda söylem ve eylem kapasitesini çoktan doldurmuştur. Türkiye dış politikada yeni bir döneme geçmelidir. Bu iktidarın geliştirdiği ilişkiler bir tarafı yaparken, diğeri tarafı yıkmaktadır. Bir yerde kazanım olduğu zannedilen şey diğer tarafta başka bir soruna dönüşmektedir. Türkiye’nin dış politikasında sorunları çoğaltan değil, istikrarlı şekilde azaltan bir anlayış mutlaka inşa edilmelidir. Seçimler bu açıdan önemli bir fırsattır.</div> <div>Mustafa KAYA</div>