Ankara ve Şam arasında 13 yılın ardından barış rüzgârları esiyor. Her iki taraftan da birbirini destekleyici açıklamalar geliyor. Peki, bu yakınlaşma ve karşılıklı olarak masaya davet çağrılarının arazide karşılığı var mı? Türkiye ile Suriye iç savaştan önceki duruma tekrar gelebilirler mi? Birçok farklı bakışa rağmen genel kabul “görüşülmeli ama nasıl” sorusunda gelip kilitleniyor. Herkes kendince bir ön koşul veya yol haritası belirtiyor. Çünkü köprünün altından çok sular aktı. Suriye’de artık muhatap sadece Şam yönetimi değil. Suriye toprakları küresel güçlerin birbirine el ense çektiği bir karta dönüştü. Şimdi Türkiye’nin Suriye ile görüşmesi demek, maalesef sadece iki ülkenin görüşmesi anlamına gelmeyecek. 13 yıl önce Saadet Partisi "Sağduyulu Çözüm" önerisini sunarken karşı çıkanlar, Saadet Partisi’ni eli kanlı diktatörle el sıkışmakla suçlayanlar, 1 milyona yakın insanın hayatını kaybettiği, 7-8 milyon insanın yerinden yurdundan olduğu bir ortamda ancak şimdi 13 yılın ardından Millî Görüş Hareketi’nin dediği noktaya geldi. Fakat 2010’daki Suriye ve Orta Doğu yok şimdi. Bölge bir hayli karışık. Suriye adeta bir kurtlar sofrasına dönüşmüş durumda. Geçtiğimiz günlerde Kayseri'de meydana gelen olaylara tepki olarak, Suriye'de Türkiye karşıtı çirkin olaylar meydana geldi. Basit gibi görünen sokak olayları kısa sürede silahlı eylemlere dönüştü. Aslında olayın boyutları bambaşkaydı: "Türkiye bizi Esad'a sattı" sloganları atılıyordu. Yani yakınlaşma çabaları ve sonuç alabilmek zannedildiği gibi öyle çok kolay olmayacak. Üzerinde çok titizlikle durulması gereken detaylar var. Bir taraftan Suriye’de fiili olarak bulunan diğer ülkeleri, diğer taraftan olası bir anlaşmayla kendi ülkelerine geri dönmek istemeyenleri kullanması muhtemel odakların provokasyonlarını düşünmek zorundayız. Şu konuyu net olarak bilmemiz lazım. Birileri bizim Suriye ile normalleşmemizi istemiyor. Peki kim bunlar? Ankara-Şam münasebetleri ilanihaye böyle mi kalmalı? Öncelikle Suriye'de aktif olan aktörlere bakalım: ABD liderliğinde uluslararası koalisyon yani İngiltere, Fransa sonra İran, Rusya ve İsrail. Suriye'de aktörler karşıt iki taraf olarak hareket ediyor. Rusya-İran- Suriye yani Beşar Esad ve ABD-İsrail-YPG/PKK. Rusya ve İran her ne kadar Esad'la müttefik olsa da ittifak içerisinde de bir güç mücadelesi var. Rusya sahillere, İran iç bölgelere yayılmış durumda. İran kendine göre tarif ettiği "Direniş Hattı" ekseninde hareket ediyor, bu hattı korumaya çalışıyor. Golan'da İran üsleri var. İran, Hizbullah ile olan ilişkilerini bu bölgeden takip ediyor. Suriye’nin iç bölgelerindeki kentler İran tarafından inşa ediliyor. Rusya’ya göre ise Suriye önemli bir askeri üs, ABD'ye karşı etkin bir koz ve Akdeniz'e çıkış kapısı. Rusya ayrıca PKK/YPG ile de ikili oynuyor. Moskova'da PKK'nın ayrı, YPG'nin ayrı ofisleri var. İran ve Rusya arasında Suriye’de kontrollü bir paylaşım olsa da aralarındaki ekonomik rekabetin çok güçlü olduğunu söylemek mümkün. 4 sene önce Beşar Esad'ın teyzesinin oğlu Oligark Rami Mahluf İran'la iş birliği içerisinde diye Moskova'nın baskısıyla gözaltına alınmış, banka hesaplarına el konulmuştu. Rusya, Suriye sahasında 2013'ten bu yana taviz vermeden kendi etkinliğini devam ettiren statükoyu korumaya çalışıyor. 36 askerimizin şehit edilmesi, Esad'ın teyzesinin oğlunun oyun dışı bırakılması, İran'a sahillerin kapatılması, hatta İran üslerine İsrail saldırıları yapıldığında S-300'lerin aktif hale getirilmemesi bunun açık örneği. Ukrayna Savaşı’na kadar Rusya’nın İsrail ile olan ilişkilerini etkilememesi için İran ile yürüttüğü süreçte bugüne göre daha dikkatli olduğunu da söyleyebiliriz. Ayrıca Rusya diğer aktörlerin manevra alanlarını iyi biliyor. Atacakları olası adımları masaya yatırıyor, iyi takip ediyor. Bunun yanında Lübnan-İsrail savaşı gittikçe yakınlaşıyor. Bu savaşın başta Suriye’yi ve daha sonra bölgemizi çok ciddi açılardan bir istikrarsızlığa sürükleyebileceğini tahmin etmek zor değil. Bilindiği üzere 1975-1991 yılları arasındaki Lübnan iç savaşında ve 1982- İsrail'in Lübnan saldırısında Beşar Esad'ın babası ve dönemin Suriye Cumhurbaşkanı Hafız Esad Lübnan'ın yanında yer almıştı. Yine 2006- Hizbullah-İsrail savaşında Beşar Esad Lübnan'ı açık bir şekilde desteklemişti. Üçüncü Lübnan-İsrail savaşında Tel Aviv-Washington Hattı kendi iç ve bölgesel sorunlarıyla meşgul olan ve Türkiye ile ilişkilerini yoluna koyamamış bir Suriye görmek istiyor. Üstüne üstlük Ağustos’ta YPG Suriye'de yerel seçim yapmak istiyor. Bu durum bile yaz aylarında Suriye'yi ciddi şekilde meşgul edebilir. Son olarak şunu ifade edeyim; Türkiye-Suriye masaya maksimum noktada kendi gündemleriyle oturmalıdır. Şu an Rusya'nın önceliği İdlib'i muhaliflerden temizleyerek M-5 karayolunu açmak, ABD ise orada garnizon "devleti" kurmanın peşinde. İdlib’e saldırılar olursa bu Türkiye için en az 1,5-2 milyon yeni sığınmacı demektir. Diğer aktörlerin de tabii ki başka planları var. İşte bu nedenle Ankara-Şam doğrudan konuşabilmenin yollarını aramalıdır. Türkiye-Suriye sınır hattının güvenliği, Suriyelilerin vatanlarına geri dönüşlerinin insani ve hukuki zeminde sağlanması için gerekli çalışmalar yürütülmelidir. Vekalet savaşlarının unsurları oldukları ortaya çıkan gelişmelerle çok daha iyi anlaşılan silahlı terör unsurlarının süreci zehirlemelerinin önüne geçilmelidir. Mustafa Kaya