<div>Sudan Neden Bu Halde?</div> <div>Artık maalesef alışmak durumunda kaldığımız, gerçi alışmak değil de meydana geldiğinde şaşırmadığımız hadiseler bu sene Ramazan ayında yine tekrar etti. İsrail askerlerinin ve güvenlik güçlerinin Mescid-i Aksa’da i’tikafa giren Filistinlilere karşı acımasızca saldırılarına tüm dünya gibi Türkiye’den de resmi olarak oldukça zayıf tepki verilmesine her zaman olduğu gibi yine şaşırmadık. Tunus’ta Said Kais yönetiminin baskıcı rejiminin ülkenin barışçıl ve sükûnetten yana olduğu için tüm dünyanın takdirini kazanmış son dönem Müslüman siyasi lider ve entelektüellerinden Raşid Gannuşi’nin ilerlemiş yaşına rağmen gözaltına alınmasına da şaşırmadık. Adaletsizlikler bakımından önceki dönem diktatörlerini bile fersah fersah geride bırakan Kais rejimi artık kontrolden çıkmaya başlamış ve Tunus’a her açıdan büyük zararlar vermeye başlamıştır.</div> <div>Ramazan ayının son günlerinde Sudan’dan gelen haberler de pek iç açıcı değildi. Ramazan-ı Şerif’in birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhuna hiç de uygun olmayan bir şekilde ülkede insanlar iftarlarını top, tüfek ve tank atışları altında açmak zorunda kalmışlardı.</div> <div>Bu yazı ülkeyi yakından tanımayanlar ama Müslüman birliği içinde tüm İslam alemini derinden üzen bu hadiseler hakkında kısa bir bilgi vermek maksadıyla kaleme alınmıştır.</div> <div>Benim de çeşitli vesilelerle Sudan’ı birkaç defa ziyaret etme imkânım olmuştu. Kuzeydoğu Afrika’da -belki okuyucularımız için kolaylık olur- Mısır ve Libya ile komşu olan Sudan Cumhuriyeti 1956 yılında İngiltere’den bağımsızlığını kazandıktan sonra sık sık askeri darbelere maruz kalmıştır. Başkent Hartum’un da yer aldığı Müslüman kuzey ile daha çok Hıristiyan ve animistlerin yaşadığı güney arasında dini, etnik ve lisan farklılıkları da olduğu için uzun zaman çatışmalara sahne olmuştur. Nihayet 2011 yılında iç savaş ancak güneyin bağımsızlığını ilan etmesiyle son bulmuştur.</div> <div>Sudan’ın iç savaşının sürekli körüklenmesi ve sonucunda ülkenin bölünmesi İslam ülkeleri üzerine uygulanan istikrarsızlaştırma projelerinin önemli bir ayağı olarak tasarlanmıştır.</div> <div>Askeri darbeler içinde en uzun süre (1989-2019) iktidarı elde tutan lider Ömer el-Beşir hakkında, 2003 yılında çıkan Darfur savaşında 300 binden fazla insanın hayatını kaybettiği iddiaları ile Uluslararası Ceza Mahkemeleri (UCM) tarafından tutuklama kararı çıkarılmıştır. Önceleri İslami hareket mensubu olan Beşir daha sonra hareketin en önemli ismi olan Hasan Turabi ile fikir ayrılığına düşmüş ve Turabi tarafından ağır bir şekilde eleştirilmiştir. İç savaşlar, insan hakları ihlal iddiaları ve ekonomik krizler ülkede sık sık protestolara da sebep olmuştur. Nitekim 2018’de başlayan uzun soluklu protestolar sonucunda el-Beşir istifa etmek zorunda kalmış, yeni bir askeri darbe neticesinde 11 Nisan 2019 günü tutuklanmıştır.</div> <div>Sonraki süreçte sivil yönetime geçişte çıkan anlaşmazlıkları bahane eden askerler 2021 yılında Başbakan Abdullah Hamduk’u gözaltına almalarına rağmen birkaç ay sonra Kasım’da teknokrat bir hükümet kurması için görevine iade etmelerine rağmen siyasi kriz çözülemeyince kendisi istifa etmek zorunda kalmıştır.</div> <div>Siviller ile askerler arasında çerçeve anlaşması da imzalanmış ama ordunun başına kimin geçeceği konusunda anlaşmazlıklar iyice artınca Nisan ayından itibaren ordunun iki kesimi arasında gerginlik had safhaya ulaşmış ve 15 Nisan 2023 günü silahlı çatışmalar başlamıştır.</div> <div>Bütün mesele, Ömer el-Beşir döneminde şekillenen ordunun yönetimi sivillere devretmeye niyetinin olmamasıdır. Ordu komutanı Abdülfettah el-Burhan ile yardımcısı pozisyonunda olan Hızlı Destek Kuvvetleri ( HDK) Komutanı Muhammed Hamdan Dakalu önce birlikte hareket ederek sivil başbakanı işlevsiz hale getirmişler ama daha sonra da kendi aralarında iktidar kavgasına tutuşmuşlardır.</div> <div>Aslında Sudan’da hemen hiçbir zaman sivil bir rejim oluşmamış ve hep doğrudan asker veya onun vesayeti ile yönetilmiştir. Gerçi post-koloniyalizm döneminde Afrika’da hemen her ülke askeri vesayet altına girmiştir.</div> <div>Bugün zihinlerde Afrika denilince ilk akla gelen imaj caddelerinde ellerinde silahlarıyla dolaşan sanki asayişi sağlayan asker görüntüleri olacaktır.</div> <div>Hızlı Destek Kuvvetleri aslında tam anlamıyla asker olmayıp Sudan hükümetinin Darfur’da çıkan iç savaşta kullanmak üzere oluşturduğu paramiliter milislerdir.</div> <div>Bu kuvvetlerin Güney Sudan’ın ayrılmasından sonra tam anlamıyla orduya katılması beklenirken Dakalu’nun bunu kabul etmemesi anlaşılır değildir.</div> <div>Öte yandan General el-Burhan’ın el-Beşir yönetiminin radikal tavırlarını sürdürmeye çalışması bölge ülkelerini rahatsız etmiştir.</div> <div>Tam anlamıyla dış güçlerin doğrudan müdahalesi olmasa da destekleri ile her iki isim de kendince iktidara talip olmaya devam etmektedir. Fakat HDK’nın donanımlı bir ordu gibi savaş araçlarına sahip olmaması sebebiyle yapacağı ve şimdiye kadar teşebbüs ettiği girişimler cumhurbaşkanlığı sarayı veya ulusal televizyonlar gibi sembolik unsurları ele geçirmeye çalışmak olacaktır. Anlaşıldığı kadarıyla şimdiye kadar bunda da başarılı olamamıştır. Donanımlı bir ordu karşısında kolay mobilize olmasından başkaca bir üstünlüğü de yoktur. Dolayısıyla önünde sonunda orduya tabi olması beklenen HDK’nın ancak ağır kayıplar verdikten sonra buna razı olacağı söylenebilir. Fakat bahsettiğimiz ağır kayıplar aslında özellikle Hartum sokaklarında cereyan eden ve uzun süre devam edeceği tahmin edilen çatışmalarda sivillerin de kaybı anlamına gelecektir.</div> <div>Afrika’nın verimli topraklara sahip Sahel bölgesinin önemli bir aktörü olan Sudan’da çıkan bu çatışmalar elbette bölgeyi de etkileyecektir. Ama İslam dünyasının bir parçası olan bu yaşanan ve yaşanması muhtemel acılar bizlere de acı vermektedir. Temennimiz sağduyunun galip gelmesidir. Krizin aşılması için başta Türkiye’nin ve İslam ülkelerinin girişimlerde bulunması gerekir. Aksi halde uzun yıllar sürecek bir istikrarsızlık Sudan’ı daha da karışık noktalara taşıyabilir.</div> <div>Mustafa KAYA</div>