SON DEVRİN BÜYÜK ALİMİ: MAHMUT EFENDİ

SON DEVRİN BÜYÜK ALİMİ: MAHMUT EFENDİ

Son yüzyıla damgasını vurmuş devrin büyük alimlerinden mutasavvıf Mahmut Ustaosmanoğlu Efendi Hazretleri (1929-2022) ebediyete irtihal eyledi. Ömrünü İslam’a vakfeden, hayatı boyunca talebeler yetiştiren, ülkemizin manevi rehberlerinden biri olarak her yönüyle kayda değerdi. Zatı yalnızca ülkemiz için değil, İslam alemi açısından da büyük bir kayıptır.

Bazı kesimlerce sadece bir tasavvuf erbabı olarak görülüyor olsa da bundan ötesi gelecek nesillere rehberlik edecek mümtaz bir kişilikti.

Toplumumuzun İslâmî kimliğinin inşası ve idamesinde büyük katkıları olan Mahmut Efendi’nin öne çıkan bazı özellikleri özetle; zaviyelerin işlevini tekrar usulüne uygun aktif hale getiren, medrese ile tekkeyi, eğitim ile dergâhı, zikir ile cihadı buluşturan bir yapısı vardı.

Kendisinin en önemli yanlarından biri ilme/eğitime önem vermesidir. Müntesiplerinin neredeyse tümünün önceliği ilimdi. İstanbul Fatih Çarşamba'da başlayıp yurdun dört bir yanına yayılan medreselerde onun emeği vardır.

Sünnet-i Seniyye’ye bağlılığı, tavizsiz Müslümanlığı ve örnek şahsiyetlik önceliğiydi. Erkeklerin sakal bırakmasını, kadınların tesettür ve çarşafını ısrarla önemserdi.

Yanına gelenlerin önce yüzünü sıvazlar, sakal bırakması için telkinde bulunur, dua eder ve bu sünnetin yaygınlaşmasına önem verirdi. Tutumlarında kararlı, geleneklere sıkı sıkıya bağlı ve mutedil bir kişiliğe sahipti.

Efendi Hazretleri anılınca zihinde kalacak kelimeler; sakal, çarşaf, edep, sünnet, istihare, ilim, medrese ve emr-i bil-maruf nehy-i ani'l-münker’dir.

Sağlık sorunları nedeniyle son yılları biraz içe kapalı ve durgun geçse de hayatının her dönemi aksiyoner olmaktan geri durmadı.

Doksanlı yıllarda Pazar günleri, önceleri İsmailağa Camiinde başlattığı daha sonra Yavuz Selim Camiinde devam eden halka açık sohbetleri olurdu. Sabah namazını müteakip hınca hınç dolu camide, müridandan birisi herhangi bir aşr-ı şerif okur, o da okunan ayetlerin tefsirini yapardı. Bu sohbetlere İstanbul ve çevre illerinden binlerce insan akın ederdi.

 ŞAHSİYETİ VE BAZI HASSASİYETLERİ

Kamuoyunda olumsuz algı oluşturulmaya çalışılsa da özünde “kadını korumayı” önceleyen anlayışa sahipti. Kadın mağduriyetlerini önlemek açısından önce resmi nikahın kıyılmasını isterdi. Resmi nikahtan önce dini nikahın kıyılmasına asla izin vermezdi. Geleneksel aile düzeninin korunmasına aşırı hassasiyet gösterirdi. Kadınların zaruret olmadan alışverişe bile çıkmamaları gerektiğini söylerdi.

Giyimde, kıyafetin düzgün olmasına büyük önem verirdi. İhvanına ve öğrencilerine her hususta olduğu gibi bu hususta da örnek olmalarını öğütlerdi. Hatta sohbete yeni başlayan talebeler birbirlerinin kıyafetlerini ödünç alır, öyle giderlerdi. Talebeler ütüsüz, kırışık elbiseyle görülmedikleri gibi gayet şık ve düzgün giyinmeye çalışırlardı.

Bazı konularda hassastı. Televizyon izlemenin bir vakit israfı olduğunu söyler ve izlenmemesini vurgulardı. Hatta teşbihte hata olmazsa “bazıları çocuğun anasının emziğinden ayrılmadığı gibi televizyondan ayrılmıyor. Evinizde televizyon var ise sizde hayır bırakmaz, siler süpürür hayırlarınızı” ifadeleri de ona aittir.

Her mahallede bir kız bir erkek kurs/medrese hayalini taşırdı. Kız çocuklarının okumaması yönündeki eleştirilerin aksine -resmi ideolojik eğitimden uzak tutulsun anlamında olmak üzere- her kız çocuğun okuması gerektiğini ısrarla tavsiye ederdi. Buna bağlı olarak da İsmailağa cemaati kurslarındaki kız öğrenci sayısı belki erkek öğrenci sayısından fazladır.

Mahmut Efendi’nin ölümünden sonra burun kıvıranlar, rezervli savunmacı yazılar yazanlar ile sözlerini ve olayları farklı yönlere çekmeye çalışanlar azımsanmayacak çoğunlukta. Bir asra yakın ömürden ve icraatlardan eleştiri mahiyetinde bir şey bulamadıklarından bula bula “kadınlar ve televizyon” izlemeyle ilgili tavsiyesini gündeme getirmeleri, niyetlerinde samimi olmadıklarını gösterir. Karşı çıktıkları da aslında herkesin vicdanen hak verdiği, bilinçaltı kabullendiği, söylemeye cesarete edemediği sözleri çekinmeden söylemesidir.

FATİH VE İSMAİLAĞA CAMİİ

Ülkemizde dini yapılar kontrol alınmaya çalışılmış, İsmailağa cemaati de tehlike kategorisinde değerlendirilip ara ara operasyonlara maruz kalmıştır. Zaman zaman meçhul kişilerce suikastlar düzenlenmiş, 1998 yılında İsmailağa Camii'nde Efendi Hazretlerinin damadı Hızır Ali Muratoğlu ve diğer bir zamanda sohbet verdiği sırada İmam Bayram Ali Öztürk’te camide katledilmiştir. Yaşanan bu olaylar-cinayetlere metanetle-olgunlukla yaklaşılıp karşı bir saldırıya geçilmemiş ve herhangi bir kaos çıkmasına da izin verilmemiştir. Bu yapıyı dağıtmaya yönelik girişimler olmuşsa da bu tarz saldırılara cevap verilmemesi ve temkinle yaklaşılması elbette bir olgunluk nişanesi olarak anlaşılmalıdır.

“Emr-i bil-maruf nehy-i ani'l-münker” ayetinin anlamını, uygulayarak öğretmiştir. Hayatını bu düstur üzerine bina etmiş ve bu doğrultuda bir yaşam sürmüştür.

Bilvesile bir hatıramı aktarayım; bir gün yatsı namazına İsmailağa Camiine gittim, Mahmut Efendi namazı kıldırdıktan sonra etrafındaki kendine has giyimleriyle; sarıklı, cübbeli, şalvarlı bireyler içerisinde sadece sarıksız bir kişi olarak beni görünce hemen benimle ilgilendi. Yanındakilere talimat verip “Misafirimize önce yemek yedirin, sonra misafirhanede yatırın sabah da görüşelim” şeklinde telkinde bulundu. Cemaatin önde gelenleri bu talimat üzerine ısrarla benimle ilgilenip misafir etmeye çalıştıysa da kalacak yerim var dediysem de benim utangaçlıkla böyle söylediğimi zannederek beni bırakmamaya çalıştılar. Bu da herhangi bir garip misafire ilk göz aşinalığıyla sahip çıkmanın belirgin bir göstergesi olarak zihnimde kaldı.

 İlmi çalışma olarak en önemli gayreti Ruhu'l Furkan Tefsiri'dir. Kendisinin başında bulunduğu bir grupla 19. cildi yayımlanan ve devam eden eser çalışması tamamlandığında işari tefsir alanında büyük boşluğu dolduracaktır. Rahmetli Erbakan Hocamız da İstanbul’a her gelişinde onu ziyaret etmeye gayret eder, kendisine çok büyük değer verirdi.

 Esasen “Şerafü’l-mekanbilmekin” diye bir deyim var. Bir yer içinde barındırdıklarıyla şeref kazanır. Fatih bölgesi; İskender Paşası’yla, İsmailağası’yla, Fatih Camiiyle ilim merkezleriyle ve içinde barındırdığı tüm yapılarıyla manevi bir memba niteliğindedir. 

Hayattayken tüm cemaatlerin saygı duyduğu bir zat olması, vefatında da her kesimden insanı bir araya getirdi.  Özetle; bu çağda, İstanbul’un göbeğinde ve Anadolu’nun her yerinde dini hassasiyetleri koruyarak değerlerden taviz vermeden pekala Müslümanca yaşanabileceğini gösterdi.

Doç. Dr. Necmettin Çalışkan 30.6.22