Bir kuru dindarlık krizine yakalandık. Ruhsuz, tatsız, mekanik, rutin ve kalbin eşlik etmediği bir ibadet hayatı; ahlaktan, adaletten ve merhametten yoksun, ideolojik ve partizanca bir İslamcılık mücadelesi; çıkarcı, menfaatçi ve ikiyüzlü birlikteliklere dayanan bir kardeşlik söylemi tüm hayatımızı çepeçevre kuşatıyor… İslami sloganların havada uçuştuğu, dava edebiyatının beynimizi zonklattığı, siyasi tartışmalar, itikadi reddiyeler, sohbet, vaaz, konferans ve İslami faaliyet yoğunluğunun başımızdan aşağı boca edildiği bir ahir zaman fırtınasına yakalandık… Bu baş döndürücü yoğunluk içinde birçoğumuz yola niye çıktığını ve nereye doğru koştuğunu bile çoktan unuttu. Bir bilinçsiz koşuşturmadır devam edip gidiyor… Bunca hengâmenin içerisinde en son ne zaman bir namazı ihlasla kıldığımızı, en son ne zaman Kur'an okurken etkilendiğimizi, en son ne zaman gözyaşlarımızın duamıza eşlik ettiğini, en son ne zaman bir toplantıdan veya İslami faaliyetten gönül huzuru ile ayrıldığımızı bile hatırlayamaz olduk. Çünkü ruhumuzu ihmal ettik… Artık birilerinin çıkıp biraz durun ve soluklanın! Çünkü o kadar hızlı koştunuz ki, ruhunuz bile geride kaldı demesi gerekiyor… Çünkü ruh ihmal edilirse; konuşan kalbiyle değil, diliyle konuşur; dinleyen de kalbiyle değil; kulağıyla dinler, böylece hikmet, temsil ve tesir kaybolur… Eğer ruh ihmal edilirse; ihale salonları dolar, protokol koltukları dolar ama yürekler boş kalır… Eğer ruh ihmal edilirse; konferans salonları, miting meydanları, toplantı odaları dolar ama camiler, mescitler ve sabah namazları boş kalır… Eğer ruh ihmal edilirse; koltuklar kazanılır, makamlar kazanılır, seçimler kazanılır ama kalpler ve gönüller kaybedilir… Eğer ruh ihmal edilirse; cüzdanlar dolar, kasalar dolar, banka hesapları dolar ama gözler boş kalır… Eğer ruh ihmal edilirse; artık namaz kötülüklerden alıkoymaz, tesettür örtmez, ilim istikamet vermez, nasihat tesir etmez, helal tercih edilmez, ölüm de artık ibret olmaz... İşte bu nedenle artık biraz soluklanıp, biraz içe yönelip, biraz kendimize vakit ayırıp Rabbimizin çağrısına kulak verme zamanıdır: “İman edenlerin, Allah'ı zikretmekten ve inen haktan dolayı kalplerinin saygı ve korku ile ürpermesinin (etkilenmesinin) zamanı gelmedi mi?” (Hadid. 57/16) Bu çağrı; sürekli bir İslami faaliyet döngüsü içerisinde olmasına rağmen yaptığı faaliyetlerden kendisi bile etkilenmeyen, her gün tekrar ettiği sloganlara artık kendisi bile inanmayan Müslümanlara bir ruha dönüş çağrısıdır… Bu çağrı; yıllardır namaz kıldığı halde bir türlü huşuyu yakalayamayan, Kur’an okuduğu halde etkilenemeyen, Allah’ı zikrettiği halde dili ile kalbini bir araya getiremeyen Müslümanlara bir ruha dönüş çağrısıdır… Bu çağrı; İslami bir mücadele verdiği halde kendi eşine ve çocuklarına bile güzel bir örnek olamayan, İslam’ı hâkim kılma kaygısı taşıdığı halde daha kendi ruhuna, hayatına, evine ve ailesine bile İslam’ı hâkim kılamayanlara önce kendinizden ve evinizden başlayın çağrısıdır… Bu çağrı; ibadetleri mekanik bir tekrar olmaktan çıkarıp duygu yüklü bir arınma ve ıslah edici bir manevi eyleme dönüştürme çağırısıdır… Bu çağrı; gönülden boyun eğme çağrısıdır. Bu çağrı, kalbi de itaat ettirme çağrısıdır. Bu çağrı, İslam’ı yaşarken imanın tadına varma çağrısıdır… Bu çağrı, Şehit üstat Hasan el-Benna’nın “Ey kardeşim! Bil ki, kalpler ancak Allah'ın elindedir. Kalbine hayat vermesi, gönlünü imanla ferahlatması, hayatını imanla düzenlemesi ve bir nimet olarak sana tatlı bir iman serinliği vermesi için her an ona yönel” tavsiyesinde olduğu gibi tüm duygu, niyet ve düşüncelerle Allah’a yönelme çağrısıdır… Dr. Abdülaziz Kıranşal