Küresel ölçekli konuların ele alındığı, insanlığın ortak konularının konuşulduğu, yeni planların tasarlandığı, başlıkların karara bağlandığı uluslararası toplantılar her zaman dikkatleri üzerine çekmiştir. Bu toplantılarda konuşulan konular, alınan kararlar, sonuç bildirgelerine giren ifadeler hayatımızı şöyle ya da böyle, doğrudan veya dolaylı mutlaka etkiliyor. Bunlara G-7, G-20, Davos zirveleri, Bilderberg toplantılarını örnek verebiliriz. Şüphesiz yukarıda ismini zikrettiğim toplantılar kadar dikkatleri çeken bir diğer toplantı da Münih Güvenlik Konferansı'dır. Bu konferanslar silsilesi 1963'ten bu yana Almanya'nın Münih kentinde düzenlenen uluslararası güvenlik politikaları üzerine düzenlenen yıllık konferanslardır. Münih Güvenlik Konferansı, uluslararası güvenlik politikaları için karar vericilerin görüş alışverişinde bulunduğu son kırk yılın en önemli forumlardan birisi haline geldi. Her yıl dünya çapında 70'ten fazla ülkeden yaklaşık 350 üst düzey isim, mevcut ve gelecekteki güvenlik problemleri hakkında yoğun tartışmalara katılmak üzere bir araya geliyorlar. Katılımcılar arasında devlet başkanları, hükümet yetkilileri, bakanlar, parlamento üyeleri, silahlı kuvvetlerin, bilim dünyasının, sivil toplumun üst düzey temsilcileri, iş dünyası ve etkin medya mensupları yer alıyor. Zaman zaman bu konferanslarda tarihe damga vuran çıkışlar da yaşanıyor. Örnek vermek gerekirse: 2003 yılında düzenlenen 39. Konferansta, Alman Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, ABD hükümetinin Irak'a karşı savaş gerekçesini, "Affedersiniz, ikna olmadım" sözleriyle sorgulamıştı ve Batı dünyasının işgal konusunda yaşadığı fikir ayrılıklarını ilk kez böylece dile getirmişti. Münih Güvenlik Konferansı tarihine damga vuran en dikkat çekici konuşma ise şüphesiz Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 2007 zirvesinde yaptığı konuşma oldu. Soğuk Savaş'ın ardından, Kremlin'in başında bulunan bir lider ilk defa Batı'ya karşı sert bir tavır takınmış ve adeta meydan okumuştu. Nitekim bu konuşmanın ardından Rusya ve Batı arasında ilişkiler onarılamaz bir mecraya doğru girmeye başlamıştı. Şimdi siz değerli okurlarımızdan bazılarının “Münih Güvenlik Konferansı ile Maymun Çiçeği virüsünün ne alakası var?” sorusunu duyar gibiyim. İlişki aslında şöyle açıklanabilir; Mart 2021'de “Nükleer Tehdit İnisiyatifi” kendisinin açıkladığına göre yüksek sonuçlu biyolojik tehditleri azaltma konusunda bir masaüstü tatbikatı düzenlemek için Münih Güvenlik Konferansı ile ortaklık kurdu ve birçok çalışmalara imza attı. Sanal olarak düzenlenen tatbikatta, Afrika, Amerika, Asya ve Avrupa'dan halk sağlığı uzmanları, biyoteknoloji endüstrisi ve uluslararası güvenlikte onlarca yıllık birleşik deneyime sahip 19 üst düzey yetkili ve uzman katıldı. Bu sanal tatbikatların birinde 1958 yılından bu yana maymunlarda, 1970 yılından sonra ise ilk kez insanlarda görülen Maymun Çiçeği virüsü ele alındı. Sanal tatbikatta ilk vakaların 2022 Mayıs ayında ortaya çıkacağı, 2023 yılı Aralık ayına kadar ise virüs nedeniyle dünya genelinde 271 milyon ölümün yaşanacağına dair sonuçlar paylaşıldı. Bu tatbikatta 1 milyara yakın vakanın görüldüğü vurgulandı. Bilim insanları aksini iddia etse de Maymun Çiçeği’nin Kovid-19'dan daha ölümcül olduğu ileri sürüldü. Ve geçtiğimiz hafta "aniden" Afrika'da Maymun Çiçeği virüsü vakaları patlak verdi. Pandemi döneminden ismi birçok şaibeye karışan ve güvenilirliğini büyük ölçüde yitiren Dünya Sağlık Örgütü küresel çapta "acil durum" ilan etti. Acil durumun ilan edilmesinin ardından “Nükleer Tehdit İnisiyatifi”, "2021 yılındaki sanal tatbikat ve bugün yaşananlar arasında herhangi bir bağ yok. Yaşananlar tamamen tesadüf" açıklamasında bulundu. Görüldüğü gibi yeni bir şaibeli "pandemi" kapımızı çalabilir. Bu sefer daha hazırlıklı olmalıyız. Yöneticilerimiz çıkarılan gürültüye ve bozuk para gibi ortaya saçılan felaket senaryolarının esiri olmadan, yaşanan gelişmeleri çok sağlıklı ve kapsamlı bir şekilde ele almalıdır. Kovid-19 döneminde olduğu gibi süreç tamamen küresel güçlerin inisiyatifine bırakılmamalıdır. Yaşadığımız salgın döneminde dünya ekonomisinin nasıl şekillendirilmeye çalışıldığını, toplumların sinir uçlarıyla nasıl oynandığını gördük. Her ne kadar toplantıya katılanlar ve kimi çevreler kabul etmese de yukarıda ifade etmeye çalıştığımız gibi “Maymun Çiçeği” de yeni bir dizayn sürecinin parçasına dönüşebilir. Toplumun doğru bilgilendirilmesi, dayatmalardan uzak hareket edilmesi, fotoğrafın bütününe odaklanılması, alınacak tedbirlerin doğru bir şekilde tabana yayılması, herkesin alınan kararların bir parçası olmasının hedeflenmesi ve sürecin şeffaf bir şekilde yürütülmesi şarttır. Ayrıca kaynak ülkelerle olan ilişkiler için de bir an önce “acil durum” ilan edilmesi gerekir. Birileri bir yerlerde bazı planları hayata geçirmek için insanın en önemli varlığı olan sağlığı üzerinden oyunlar tasarlıyor, insanlık âlemine tuzaklar kuruyor olabilir. Bununla ilgili mücadele yöntemleri de en az onlar kadar kararlı bir duruşla gerçekleştirilebilir. Mustafa Kaya