Küresel sistem ve jeopolitik gelişmeler bazen karmaşık ve kuralsız gibi görünse de aslında her bir savaşın, stratejinin ardında mutlaka teorisyenlerin ve think-tank kuruluşlarının yaptıkları çalışmalar vardır. Siyasette tesadüfe yer yoktur. Bu çok açık bir kuraldır. Bir şey aniden olmuş gibi görünüyorsa da o gelişmeyi tetikleyen bir öncül adım, onu ortaya çıkaran bir gelişme mutlaka vardır. Gazze'deki soykırım da Ukrayna Savaşı da Uzak Doğu'daki Tayvan meselesi de aslında masa üstünde kalem ehlinin yazdığı, askerlerin uğrunda savaştığı ve politikacıların bu teorileri merkeze alarak fikir yürüttüğü, halklarını da bu doğrultuda ikna etmeye çalıştıkları projelerdir. Bugün, Ukrayna Savaşı'nı, Karadeniz'deki gerginliği, Akdeniz’de yaşanan bilek güreşlerini ve Doğu Avrupa'nın üstünü kara bulutlar gibi örten savaş söylemlerini bir teori üzerinden ele almak istiyorum. Bu teori: Halford J. Mackinder'in "Kara Hakimiyeti" veya "Heartland" (Kalpgah) olarak isimlendirilen teorisidir. 20. Yüzyılın başında bu fikrini ortaya atan ünlü İngiliz düşünür Mackinder dünyayı, etrafı denizlerle kaplı bir kıta olarak tarif ediyor. Ona göre bu "kıta" eski dünyadan, yani Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarından bir bütün şeklinde oluşuyor. Kalan toprak parçalarını ise bu "adanın" uyduları olarak görüyor ve jeopolitik dengeler açısından pek de önem arz etmeyen noktalar olduklarını ileri sürüyor. Üstelik Mackinder'e göre bu büyük toprak parçasının bir Kalpgahı (Heartland) mevcut. Bu devasa "adanın" kalbi ise buzlarla kaplı olan Sibirya’dan başlayıp, Uralları, Doğu Avrupa’yı, Orta Asya'yı da içine alan, İran’a ve Hindistan'a kadar uzanan bölgedir. Yani bizim anlayacağımız şekliyle Mackinder Avrasya coğrafyasını tarif ediyor. Coğrafi şartları ve yeraltı zenginliklerine göre teorisini geliştiren Mackinder’in sistemi şu yargıyı ileri sürüyor; “Merkez Bölge olan Doğu Avrupa’ya hükmeden dünyaya da hükmeder.” Yine bu teoriye göre dünyanın en önemli bölgesi olan Doğu Avrupa’yı kontrol altına alan iki kuşak bulunuyor. Ona göre dünyaya sahip olmak isteyen güçlerin, bu iki kuşakta alınacak önlemler ile merkez bölge olan Doğu Avrupa’daki gücün diğer bölgelere ulaşmasını engellemesi gerekmektedir. Bu bölgeler: Türkiye, Pakistan, İran, Hindistan, Almanya ve Çin’i de kapsayan “İç Hilal”, İngiltere, ABD, Kuzey Afrika ve Kanada’yı kapsayan bölge ise “Dış Hilal” olarak adlandırılmaktadır. Yani kısacası bu ünlü teoriye göre dünyanın sahibi olmak isteyen Avrasya'yı, daha sonra bu bölgenin komşularını daha sonra ise diğer toprakları kontrol etmelidir. 20. Yüzyılın başlarında İngiltere'nin Rusya ve Almanya'yı işgal etmesi için tasarlanan bu teori 1 ve 2. Dünya Savaşlarının, Soğuk Savaş’ın ve bugünkü küresel çatışmaların ilham kaynaklarından birisi olmuştur. İngiltere de Hitler de Sovyetler de NATO da her zaman Avrasya’yı kontrol altına almak için savaşmıştır. Hazar petrolü, Rusya ormanları, Sibirya'nın uçsuz bucaksız maden yatakları, tarihi İpek Yolu ve tüm zenginlikler her zaman küresel güçlerin iştahını kabartmıştır. İşte bugün Ukrayna Savaşı'nın temelinde de NATO'nun Doğu Avrupa'ya yayılma politikasının arkasında da Çin'in "Bir Kuşak Bir Yol" projesinin merkezinde de Orta Asya'daki Moskova - Pekin rekabetinin gerisinde de Mackinder'in tabiriyle "dünya kıtasının kalpgahına" sahip olma hedefi yatmaktadır. İsimler, rejimler, kavramlar, liderler, teknolojiler değişse de uğrunda mücadele edilen şeyler değişmiyor. İşte bu küresel "Kalpgah" mücadelesinde Türkiye kendisini tehdit eden oldu bittiler yaşamak istemiyorsa, bu teorinin Türkiye’yi etkilemesi potansiyeli taşıyan hedeflerini çok iyi analiz etmelidir. Çünkü bu eski ve ama güncelliğini kaybetmeyen teorinin merkezinde hinterlandımız olan Balkanlar ve Orta Asya, "İç Hilal" kısmında ise Türkiye'nin yanı sıra Azerbaycan, İran, Afganistan ve Pakistan gibi yakın ilişkiler içinde bulunduğumuz önemli ülkeler yer almaktadır. Bu teorinin Türkiye’yi tehdit eden boyutlarını kontrol edebilmek için bölge ülkelerini de işin içine dahil edip, Zengezur Koridoru vasıtasıyla Türkiye - Azerbaycan - Orta Asya - Balkanlar transit hattını kurmak için gayret göstermeliyiz. Ardından bu transit hatta, İran ve Pakistan ile adeta bir "Demir Ağ" inşa etmeye çalışmalıyız. Böylesi büyük bir potansiyele sahip olan transit hattı, Rusya ve Doğu Avrupa'nın ticaret yollarına etki edecek ve olası tehditleri bertaraf edeceği gibi küresel barışa da katkı sunacaktır. Ve yine bu bölgenin daha fazla zarar görmemesi ve yeni çatışmaların çıkmaması için Rusya - Ukrayna Savaşı’nın bir an önce durdurulması, Transdinyester’de sükunetin korunması ve Güney Kafkasya'da nihai barışın kurulması için çaba gösterilmelidir. Her ne kadar Batı ülkeleri maddi açıdan ve teknik olarak daha avantajlı gibi görünse de bu teoride başta Türkiye ve bölge ülkelerinin eli daha güçlüdür. Dil, din ve milli kimlik yakınlığı gibi Batı ve Doğu blokunun elinde bulunmayan "Soft Power - Yumuşak Güç" özellikle Türkiye’nin en önemli ayrıcalığıdır. Rus Çarı 1. Petro'nun dediği gibi "İstanbul'u elinde tutan dünyanın anahtarını elinde tutar.” İşte 1453'ten bu güne dünyanın anahtarını elinde tutan olarak bizler Mackinder’in “Kalpgah” diye tarif ettiği bölgede neden etkin olmayalım? Mustafa Kaya