İnsanlığa gönderilen son ve kemale ermiş bir hayat nizamı olarak İslam, insani kaideleri yüksek titizlikle içerisinde barındıran bir dindir. “Din, güzel ahlaktır”, “Müslüman bir kimsenin sahip olduğu en faziletli haslet, güzel ahlaktır”, “Kişi güzel ahlakıyla oruç tutan ve namaz kılan kimselerin derecesine kavuşur”, “Sizin en hayırlılarınız, ahlakça en güzel olanınızdır” hadislerinde de işaret edildiği üzere yüksek ahlaki değerlere sahip olmak, Müslümanlara ana hedef gösterilmiştir. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), hem sözleri hem de yaşamı ile İslam’ın ideallerinin yegâne modelidir. Öyle ki Hz. Ayşe’ye Peygamberimizin ahlakı sorulduğunda, “Onun ahlakı Kur’an’dı” demek suretiyle İslam’ın ahlâk düsturları ile Peygamberimizin kişiliğinin müşahhas hale geldiğini belirtmiştir. AHLÂK Hâl böyle olunca bir Müslüman’a düşen görev; Kur’an’ın genel ilkeleri çerçevesinde Hz. Peygamberin (s.a.v.) ahlakını örnek almak ve bunu hayatına titizlikle uygulamaktır. İslam dini yüksek ahlaki idealleri ve vasıfları olan bir Müslüman toplum inşa etmeyi hedeflemektedir. İbadetimiz ve inancımız bizi “ahlaki hasletleri sağlam ve düzgün bir insan” haline getirmelidir. Bu hedef, dinin asıl amacını ifade etmesi açısından da önemlidir. Ahlâk, bireysel alanda olduğu kadar toplumsal alanda da karşılığını bulmalıdır. İman edip salih amel işleyen kulların müjdelendiği birçok ayette bu hususa dikkat çekilmektedir. Zira iman; Allah’a ve peygamberleri aracılığıyla getirilen “ilkelere” gönül rızasıyla teslim olmaktır. İbadet ise bu ilkeler içerisinde yapılması gereken bedeni ve mali davranışları içerir. Kul bu davranışları hayatının vazgeçilmesi haline getirip uygulamalıdır. Burada üzerinde durulması gereken asıl önemli konu ise salih ameldir. Peki, salih amel nedir? İslam dininde ameller; hasen (güzel) ve salih amel olarak tasnif edilmiştir. Hasen statüsündekiler genel itibariyle namaz, oruç gibi bireysel ibadetleri kapsar. Salih amel ise başkasına yapılan iyilikleri ifade etmektedir. Sosyal bir faaliyet olan salih amel; iman eden, ahirete inanan ve salih amel işleyen kulların müjdelendiği bir sıra içerisinde Kur’an’da anlatılmıştır. ORUÇ VE SALİH AMEL Ramazan ayı olması dolayısıyla orucun hasen bir fiil olduğunu ancak içerisinde de salih amellerin yer aldığı bir ibadet olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bireyler, bir taraftan açlık ve susuzluk gibi bedeni arzularına karşı gelirken diğer taraftan zekât ve sadaka gibi toplumsal yönü ağır basan ibadetleri yapma imkânı bulmaktadır. Bu imkân yalnızca nafile veya ruhsat değil, bir emirdir. Oruç ile birey; bedenin arzularını frenleyerek ve kalbi tahakkümüne alma çabasını önlemek ve bu yönde mücadele etmek suretiyle ruhsal ve zihinsel arınma ile ulvi makamlara yükselebilir. Burada inanan kişiden istenen dünyadan elini eteğini çekerek bir züht hayatı yaşamasından ziyade ahlaki olgunluğun olmazsa olmazı durumundaki davranışlarda bulunmasıdır. Ruh temizlendikçe “ahlaki hasletler” güzelleşmelidir. Beşer, oruç ibadeti ile yüksek ahlâk ve takvaya ulaşarak; basit gibi görünen yeme, içme veya bedeni arzulardan uzak durma eyleminin kendisini “insan-ı kâmil” noktasına ulaştırması gerektiğinin farkında olmalıdır. ORUCUN DAVRANIŞLARA YANSIMASI Ramazan ayında adet edindiği günah ve hatalardan uzak olma halinin, Ramazan ayı bitince de devam etmesini sağlayacak olan da bu yüksek ahlaki farklılık ve tutumdur. İbadetlerin hayatımıza yansımasıdır. Peygamberimizin sünneti (davranış ve ahlakı) çerçevesinde, “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” düsturu ışığında yaşamalı, oruç ayının hayata yansıması olmayan ibadetlerle geçirilmesi yeterli değildir. Ramazan ayında yapılan tüm ibadetlerin insan davranışları üzerinde etkisini gösteren bir sonucu yani ahlakına yansıması olmalıdır. “Nice oruç tutanlar var ki, aç kalmaktan başka bir kazançları yoktur. Ve yine nice namaz kılanlar var ki, yorgunluktan başka namazından elde ettiği bir şey yoktur” (İbn Mace, Sıyam, 21). Trafikte saygıyı ve hoşgörüyü elden bırakmayan, aile bireylerine karşı nazik davranabilen, komşusuna güler yüzlü olan, doğaya ve çevreye saygı gösterebilen, bütün canlılara karşı merhametle muamele eden, yalan ve dedikodudan uzak durup hile ve bozgunculuk gibi şeytani eylemleri hayatından silebilen, hakkı hak bilip haktan ayrılmayan, batılı batıl bilip ondan uzak duran bir insan, ancak tam anlamıyla Ramazan’ın bereketine kavuşmuş ve Peygamberimizin sünnetini de hayatına uygulamış olur. İşte bu ay yüksek ahlaki ideal ve hasletlerle bezenmiş bir Müslüman’ın inşa edildiği ay olmalıdır. Ancak Ramazan boyunca bunlara dikkat edip, Şevval’de Kur’an’ın deyimiyle “gerisin geri” deyim yerindeyse fabrika ayarlarına/eski alışkanlıklara döneceksek bu Allah’ımıza karşı işlediğimiz bir suç ve kendimize de büyük bir zulüm olur. Evet, bilelim ki “Allah’ın kimsenin aç ve susuz kalmasına” ihtiyacı yoktur. Necmettin ÇALIŞKAN