Doğum ile ölüm arasında , sıkışmış ruhların çırpındığı bir dünyada yaşıyoruz. Dinlerin , filozofların, sanatçıların tüm hikayeleri, Derin ve çaresiz acımızı dindirmek için. Hayat bize sunulan nimetlerin, tuzak ve zararlarını içerisinde barındırıyor. İnsanın zihin ve bilinç kazanmasının, en büyük yan etkisi öleceğinin farkına varmasıdır. Bu acıdan kurtulmasına fayda sağlayacak her sese, her efsaneye, her teselliye, Sorgulamadan ve kitlesel olarak inanmak istemesi, yaşadığı acının dehşetinden. Reenkarnasyon, cennet, tanrıda bütünleşmek, bir simülasyonda yaşadığını düşünmek. Hepsi, hayat boyu biriktirdiğimiz anıların ve bilgilerin yarattığı benliğimizin, yok olmasının dayanılmaz anlamsızlığını ve acısını biraz azalttığı için. Hayat denilen vahşi ormanın içerisine atılmış, yitik ruhlar gibiyiz. Zihin kazanarak dünyaya hakim olmaya yarayan avantajlı hal, bizleri ölüm gibi bir kaderi beklemenin ruhsal mahkumlarına çevirmiş. Bugün için tüm insanlığı ikna edecek ortak bir tesellimiz yok. Ölüme çaremiz de yok. Ancak ölümü serin kanlı kabul edecek bir dayanışma gösterebiliriz. Dinlerin bizlere sunduğu ölüm sonrası tesellileri, diğer insanlara düşman olmada kullanmak , Zaten acılı olan hayatımızı, daha çekilmez yapmaktan başka işe yaramıyor. Ölümün en korkunç yanı onu yalnız tecrübe etmek zorunda oluşumuz belki de. Kimse yakınlarının ,dostlarının desteği ile atlatamaz ölümü. Tek başına ve bir defada olup biten bir tecrübedir. İlerisi ile ilgili bilgilerin muğlaklığı insanı bilinmezin korkusuna iter. Eminlik hissinin olmaması kişide telaşa ve huzursuzluğa zemin hazırlar. İnsan kendini dinlerin sakinleştirici telkinlerine teslim etse de; her toprağa verdiği yakını ,kişiye bu bilinmez yolculuğun tüm dehşetini ve endişesini tekrar tekrar hatırlatır. İnsanın özünde var olmak isteği ile kaçınılmaz olan ölüm gerçekliği arasında sürekli ruhi ve zihni bir çatışma yaşanır. Çok şükür bilinç, baş edemediği sorunları görünmez deposu olan bilinçdışında saklamayı çok iyi becerir. Bizleri bu kaygıdan büyük ölçüde soyutlar. Ancak bazen bizlere bu derin kaygının hastalıklı yansımaları egemen olur. Mal biriktirme hırsımız, hayatın zevklerine olan aşırı düşkünlüğümüz ölüm korkusunu maskeleyen uyuşturucularımız olabilir zaman zaman. Bunların ılımlı dozlarda terapi edici etkisi olabilir. Ama ölüm ile yüzleşmek yerine bilincin daha derinlerine hapsetmek. Maskelerimizi hastalıklı zeminlere taşıyacaktır. Hiçbir ruhun ve bilincin tek başına katlanabileceği bir durum değil bu. Şimdilik yapabileceğimiz en iyi şey , birbirimizi sevmek ve yaşarken kaliteli bir dayanışma ile hayatı her ruha katlanır kılmak gibi görünüyor. Bir de bu kadar detaylı bir yaşam ve bilinci var etmiş tanrısal bir gücün , bizim bu endişemizi giderecek bir mekanizmayı var ettiğini umut etmek ,acılarımızı azaltabilir. Dr. Ahmet BULUT