1944 yılının Aralık ayıydı. Katliamlarıyla ün salmış, hızlı hareket kabiliyeti olarak adlandırılan, Alman General H. Guderian’ın tank savaşı üzerine geliştirdiği, düşmanın düzenli bir savunma kurmasını engelleyip sonra da yok edilmesi demek olan meşhur "Yıldırım Savaşı"nı (Blitzkrieg Teorisi) ortaya çıkaran Nazi Almanya’sı ordusunun yerinde şimdi yeller esiyordu. 6 yıldır devam eden savaşın sonlarına doğru gelindiğinde, doğu cephesinde Alman ordusu Moskova önlerinden Ren Nehri kıyılarına, Batı'da ise Normandiya çıkarmasıyla Fransa ve Belçika'dan atılarak Rur Nehri’nin doğusuna kadar çekilmişti. Bir zamanlar radyo konuşmaları ve kalabalık mitinglerle kitleleri coşturan 3. Reich'in (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, tek parti rejimine dayalı yönetim sistemi) lideri Adolf Hitler uzun zamandır kendisinde kalabalıkların önüne çıkacak cesaret bulamıyor ve en önemli resmi günlere bile katılım sağlamıyordu. Hitler, hızla kamuoyu desteğini kaybettiğinin farkındaydı. Naziler ve bilhassa Hitler için geri sayım çok hızlı bir şekilde başlamıştı. Aylardır bombardıman altındaki Berlin'e tıkılıp kalan Hitler, derin bir çaresizlik içindeydi. A takımı ile uzun toplantıların ve geçmeyen gecelerin ardından Hitler'in aklına çok riskli bir plan geldi: düşmanlarını parçalamak. Hitler için o günlerde üç büyük düşman vardı: Doğu’da Sovyetler Birliği (SSCB), Batı’da ise Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İngiltere. Hitler'e göre Sovyetler, nispeten zayıf ve biraz daha uzaktaki düşmandı. SSCB’de takma adının hakkını veren Stalin (Stal Rusça "sert", "çelik" demektir. Bir Gürcü olan Joseph Stalin'in gerçek ismi ve soy ismi Koba Çuganaşvili'dir) gibi sert ve değişmez görüşlere sahip olan bir lider vardı. Fakat Alman gizli polisi Gestapo’ya gelen raporlara göre ABD-İngiliz ordularının komutanları D. Eisenhower ve B. Montgomery arasında fikir ayrılıkları oluşmuştu. Her iki deneyimli askerin farklı savaş stratejileri vardı. Hitler, işte bu fikir ayrılıklarını kışkırtmak, parçalanmayı daha da artırmak ve ABD-İngiltere arasındaki irtibatı altüst etmek için elindeki tüm gücünü toplayarak Fransa-Belçika hattında bulunan Ardenler Taarruzu’nu başlattı. 1 aya yakın devam eden taarruz, ilk günlerinde başarılı oldu. Hatta Hitler'in umutlarını biraz yeşertecek şekilde İngiltere ve ABD arasında tartışmaları körükledi. Her iki tarafın birbirlerine olan güvenleri zedelendi. Deneyimli generaller, karşılıklı ithamlarda ve her biri diğeri hakkında zayıflık imalarında bulundu. Ancak Londra ve Washington iki hafta sonra salim kafayla düşünerek bu parçalanmanın önünü aldı ve Alman ordusunu Ardenler’de bir daha saldırı yapamayacak duruma getirdi. Ve bu taarruzdan 4 ay sonra Almanya yenildi. Bu tarihi olay bize göstermiştir ki; psikolojik ve sosyolojik olarak üstünlüğü kaybetmeye başladığını anlayan savaşan taraflardan biri, karşısındaki gücün kararlılığından çekindiğinin işaretlerini verir ve bu gücü kırmak için zehirli hamleler yapmaya çalışır. İşte bugün kan kaybını bir türlü durduramayan İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun Suriye’nin başkenti Şam'daki İran’ın büyükelçilik ve konsolosluk binasına saldırmasının ve 3 Devrim Muhafızı generalini öldürmesinin, hatta suni gündemlerle mezhep tartışmalarını körüklemesinin ardında, düştüğü bu çaresizlik hali yatıyor. Siyonist lider, İran'ı kışkırtarak aslında iki seçenekten birisini yapmaya çalışıyor. Her iki seçeneğin de kendi planlarına hizmet etmesini hesap ediyor. Bunlardan birincisi İran, Tel Aviv'i vuracak. Böylece İsrail başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin desteğini daha güçlü bir şekilde arkasına alacak. Bu durumda ise İsrail, aylardır Gazze’de kıramadığı HAMAS’ın direncini bu desteklerle birlikte ortadan kaldırmış olacak. Diğeri ise şayet İran sabrederse bu sefer de Netanyahu, Filistin direnişine İran'ın ve tüm direniş cephesinin saldırı kabiliyetinden "mahrum" olduğu propagandası ile kendi zayıflığını örtmeye çalışacak. Anti-Siyonist blok arasındaki fikir birliğini, güveni ve birlikte hareket etme potansiyelini sarsmaya çalışacak. İşte Netanyahu’nun planları bunlar. Bugün İsrail ordusu tıpkı Nazi ordusunun, Hitler’in “Ardenler Taarruzu” öncesindeki halini hatırlatıyor. Aynı Siyonist işgal kuvvetleri de Nazi ordusu gibi "bataklığa" saplanmış durumda ve Netanyahu da Hitler gibi kamuoyu desteğini hızla yitiriyor. İşte bu noktada tüm İslam dünyası başta Şam'da saldırıya maruz kalan İran, çok daha dikkatli olmalıdır. Hassas terazide "tartılmamış" herhangi bir adım can çekişen Netanyahu iktidarı için can simidi olabilir. İran, eğer iddia edildiği gibi İsrail’in bu saldırısına yanıt vermeyi düşünüyorsa, çok bilinmeyenli denklemin bütün boyutlarını çok iyi hesap etmelidir. Aksi durum İsrail’e yarayabilir ve onları sıkışmışlıktan kurtarabilir. Bugün her ne kadar ABD Başkanı Joe Biden, Netanyahu’nun son günlerde yaptıklarını eleştirmeye başlamış olsa da yarın bir çatışma durumunda hepsini unutacak ve koşulsuz İsrail’in yanında duracaktır. Bu da Netanyahu’nun tam olarak istediği bir şeydir. Aynı Hitler gibi Gazze’de sıkışan Netanyahu, böylece savaşı bölgeye yayacak ve kendisine olan odaklanmayı geri plana itmeye çalışacaktır. Hem içerde hem de dışarda destekçilerini artırmayı hedefleyecektir. Unutulmamalıdır ki, şeytan bazen yanaşacağı tarafı seçerken muhatabının gururunu okşamayı tercih eder ve bu durumda sabır zafiyet değil, aslında bir direniştir. Mustafa Kaya