Medeniyetler kadim şehirlerde doğar, büyür, gelişir ve tarihe kök salarlar. Şehirler medeniyetlerin beşiği ve yaşayan şahitleridir. Bir şehre ruhunu ve kimliğini kazandıran o şehrin doğası, tarihî, coğrafyası ve mimarî yapısının olması yanı sıra; o şehirde yaşayan insanların kalitesi ile ait oldukları kültür ve inanç mozaiğidir. Şehir, insanı; insan da şehri imar ve ihya eder. Nasıl ki anne karnında bebek kordonu cenini besleyen bir işlev görüyorsa; şehrin ruhu da o şehri besleyen, büyüten ve geliştiren işlevleri görür. Bütün bu varlığıyla şehir, bir bakıma ana rahmi gibi bünyesine aldığı canlıyı büyüten, geliştiren bir korunak gibidir. Şehir kendi büyüttüğü çocuklarının vefası ve irfanıyla çağlara meydan okur. Kadim bir medeniyetin kadim şehirleri bir bakıma kökleri derinlerde, dalları semaya sarılmış koca bir çınar ağacı gibi üzerine konan çeşit çeşit kuşları konuk eder, onlara eman verir, yuva olur, yurt olur. Ağaç, misafirlerin; misafirler de ağacın onuru ve gururudur. Bu bağlamda şehirle insan ve insanla şehir arasında süregelen diyalektik; şehrin, tarihini, mimarisini, gününü, geleceğini, kültürünü ve hikayesini inşa eder. Bir anlamda şehri “büyük” insanlar büyüttüğü gibi “büyük” insanları da “büyük” şehirler büyütür. Anadolu’da yaşadığı şehirle anılan büyük ilim adamları ve irfan ustaları da şehirden aldıkları ruhla tarihe ve medeniyete ruh taşırlar. Medeniyetlere ruh ve kimlik veren kadim şehirler, modern zamanlarda ruhsuz ve kimliksiz naylon kentlere dönüşüyor artık. Şehirle insan arasındaki manevi bağ yerini maddî yaşamın getirdiği aşılamayan sorunlar içerisinde boğulmaya bırakıyor. Kent yaşamı ve kentleşme olgusu modern dönemde gitgide daha da artış gösteren bir olgu haline geliyor. Bu yeni olguda kent, sanayileşme, konut, altyapı , temizlik, iç ve dış göçler, eğitim, güvenlik, insan ilişkileri, ulaşım ve ekonomi temel sorun alanları olabiliyor. Kentleşme getirmiş olduğu kısmî maddi refaha karşılık dayanışmacı geleneksel toplum kodlarını ayrıştırdığı gibi toplumsal dayanışma ve organik ilişkilerin yerini birey merkezli yeni bir toplum biçimine bırakmaktadır. Modern dönemin kent ve kent insanına katmış olduğu bu yeni bilinç, geleneksel değerlerin yaşamın belirleyici olma niteliğini değiştirmiş; bu durum insanın, insanla ,doğayla, yaşadığı yerle ilişkilerine de yansımıştır. Kentlerin kadim kimlikleri, doğa tahripliği, çevre kirliliği, beton ormanları, yalnızlaşan/ bireyselleşen ve bencilleşen insan ilişkileri ile yozlaşmaktadır. ‘Sokaktaki adam’ın yaşadığı kente olan sorumluluğu aslında kendine ve o kentin tarihine, kültürüne ve doğasına karşı sorumluluğunun da bir parçasıdır. Bir kentin saygın mazisi, kent insanının bu saygınlığa layık davranışlar geliştirebilmesini bir bakıma zorunlu kılar. Kent yaşamının getirmiş olduğu sorunlar ve sorumluluklar o kentin Şehrü’l Emini (şehrin emanet edildiği kimseler) yani kenti yönetenleri ve o kentte yaşayan herkesi ilgilendirmektedir. Bencilce ve kabaca ötekini n yaşam alanını kirletenler, kullandığı motorsikletin motor sesini bilinçli yükseltenler, araç kornasına boş yere basanlar, sokağı lavabo gibi kullananlar, çöp poşetlerini çöp konteynerlarına atmayanlar, insanların kullandığı yolları çöpe çevirenler, sokak ortasında küfür edenler, park bahçe alanlarını ve bankları çekirdek kabuklarıyla ve piknik atıklarıyla dolduranlar, trafik kurallarını hiçe sayanlar, küçük bir tartışmayı kavgaya bindirenler, camilere ağır kokan çoraplarla girenler, tarihî mekânların duvarlarına isimlerini kazıyanlar, suları kirleten ve israf edenler, İçtiği sigaranın izmaritini sokak ortasına ve kaldırımlara atanlar, içtiği sigarayla kendi bedenini ve havayı kirlettiği gibi bir de sokağı kirleten, havanın, toprağın ve kendi bedeninin hakkına girenler vs. örnekleri çoğaltmak mümkün. Kendine atalarından miras kalan zengin kültür ve değerlerden yoksun kimseler kendi kentini yaşanmaz hale getiriyor. Rahmetli Turgut Cansever’in dediği gibi; “şehri imar ederken nesli ihya etmeyi ihmal ederseniz, ihmal ettiğiniz nesil imar ettiğiniz şehri tahrip eder.” Yolda insanlara engel olan şeyleri kaldırmak, hava, su, toprak ve beden emanetine riayet etmek, temizliği imandan sayan Hz.Peygamber’in öğüdünü pratikleştirmek, kenti kendinden başkasının ve kendinden sonraki kuşakların da kullanacağı sorumluluğuyla hareket etmek, kendin için istediğini kentin için de istemek, ötekinin huzuruna saygı göstermek, kendinden başkalarını elinle ve dilinle rahatsız etmemek, kul hakkını önemsemek, kadim bir şehrin sakinlerinden beklenen meziyetler değil midir? Hele bu kent sahabe kabirleriyle, ilim irfan büyüklerinin ve büyük kahramanların türbeleriyle tarihe mühürlenmiş ise… Mustafa ŞEN/ Eğitimci/ Uzm. Din Sosyologu twitter: @mustafaSEN79