Sümerler ile başlayan insanın yazılı ve kurumsal medeniyet kurma macerası, Aynı zamanda insanın yaşamının ve bireysel, toplumsal aklının da oluşumunun macerasıdır. İnsan aklı ;yaşadığı çevre, oluşturduğu kültür, kullandığı araçlar, doğa karşısındaki acizlik ve üstünlüğü ile şekillenen dinamik ve gelişken bir yapı içeriyor gibi. Bununla insan aklının biyolojik işleyişinin farklılaşmasını kastetmiyorum. Bunu dijital terimler ile söyler isek; aynı donanıma (beyne) , yeni ve farklı yazılımlar (din,felsefe,bilim..) oluşturulduğunda yaptığı işlerin ve ürettiği sonuçların değişimini kastediyorum. İnsan aklının oluşumunda büyük çapta etki; kuşkusuz dinler ile başlamıştır. İster ilkel politeist, pagan dinler olsun, ister tek tanrılı dinler olsun. En eski ve yazılı olarak bildiğimiz büyük paradigma etkisi , dinlerden gelmiş gibi görünüyor. Antik yunan da zirve yapan felsefik düşünme ile evren, doğa ve insan yaşamının anlamı üzerine düşünceler üretilmeye başlandı. Bu tür bir düşünme çok az zekanın yapabileceği bir uğraş ve çok az insanın anlayabileceği bir paradigma sunuyor. Bunun içindir ki, İslam dünyası da dahil, tüm dinlerin egemen olduğu toplumlarda kollektif akıl; felsefe ile değil, daha kolay ve basit ama tutarlılığı zayıf dini paradigmalar ile oluşmuş görünüyor. Ancak eğitimli ve zeki bireylerin yoğun uğraşları ile anlayabildiği bir çaba olan felsefe, geniş kitleler için bir anlam ifade edememiş ve dini söylemin pratik ve huzur verici retoriği karşısında yenilgiye uğramıştır. Bence bu yenilgisinde en güçlü etken, kitlelere sunabileceği bir pratik eksikliği olabilir. Çünkü felsefe gerisinde teknik bir dönüşüm ve pragmatik bir toplumsal fayda üretemez ise, geniş kitlelerin soyut algılama yetersizliği ile geri plana itilmeye mecbur kalması kaçınılmaz. Aydınlanma ve sonrasında bilimsel verilerin ve usullerin oluşumu ile insanlık yeni bir bilgi üretme, akıl yürütme şekli ile tanıştı. Bilim de felsefe gibi yüksek zeka ve beyin emeği ile üretilen bilgileri anlama becerisi gerektiriyor. Ancak felsefeden bir farkı bulunuyor. Felsefe soyut akıl yürütmeler ile işliyor ve sonuçta ürettiği pratik faydayı bile görmek yeterli bir zeka ve donanım gerektiriyor. Ancak bilim ürettiği teknik ve pratik ürünler ile kitleler için düşünmeye gerek duymayan bir güven duygusuna ve sonuçları ile insan zihnini etkileme gücüne sahip. Bir insan Farabi nin vahyi rasyonelleştirmek için ayaltı akıl, muhayyele gücü gibi kavramlarını anlamayabilir. Ve bunun ne faydası olacak diye dini düşüncenin pratik ve mitolojik dilinin zahmetsiz kabulüne yönelebilir. Ama tıp, fizik, kimya gibi bilimler, toplum tarafından anlaşılmasalar bile, ürettikleri fayda ve ürünler ile insan zihnini ve yaşamını güçlü bir şekilde değişime uğratıyorlar. Evrim teorisi ve kanıtları o kadar güçlendi ki, en dindar insan bile kutsal metinlerinde açıkça yazmasına rağmen topraktan yaratılmayı tevil etmek zorunda kalıyor. Nuh tufanı ile bilimsel bir kanıt yok olduğundan ,dindarlar bile bölgesel bir afetin abartılı hikayesi olarak görmek zorunda kalıyor. Kuran, Tevrat, incil kalbin düşündüğünü iddia ediyor. 1300 yıl tüm dini metinler böyle yazdı ve inandı. Ancak ilkokul seviyesinde bir eğitim alan birey beynin düşündüğünü kabul ediyor. “İman etmenin dil ile ikrar kalb ile tasdik” olmasının söylemsel bir değeri dışında anlamı kalmış olabilir mi? İnsanlar 2-3 yy dır ilk defa zeki ve büyük emek vererek kazanılacak felsefik ve bilimsel aklı, pratikleri ile kabul etmek zorunda kalıyorlar. Bu yüzyılda islam toplumları da dahil tüm dünya, bilinç dışı ve pratik yaşamın faydaları ile zihinsel kodlarını değiştiriyorlar. Dinler ve hatta felsefe bile, bilimin bu dönüştürücü gücü karşısında, sınırlarını ve toplumsal gücünü kaybediyor gibi görünüyor. İnsanlar bir dine, felsefik bir düşünceye inandığını söylese de, günün sonunda ya da ilk ihtiyacı olduğunda bilimin verileri ile oluşmuş aklın paradigması ile hüküm veriyorlar. Bilimsel olarak evreni ,doğayı, insanı tanımamız, belki bir felsefik çıkarımı doğrudan üretmiyor; ama mevcut dini ve felsefik söylemleri, kanıta dayalı veriler ile yanlışlama ve yeni bilgiler ışığında oluşan akıl ile insanda ve toplumda yeni bir felsefenin oluşmasına zemin hazırlıyor. Bu açıdan mevcut gelişen ve değişen bilim ile kendi gerçeklikleri arasında bir hesaplaşma yapmayan ve bu hesaplaşma ile yeni bir sentez üretemeyen dinsel ve felsefik görüşler, çok yakın zamanda geniş kitlelerin gündeminden çıkma tehlikesi taşıyor diye düşünüyorum. Tarihsel din, peygamber, kuran bakışının bu sentezde önemli bir düşünme biçimi olabileceğini ümit ediyorum.