Maaş Zammı Ve Liyakat Esaslı Makam

Ekonomik problemlerin gölgesinde memurlara ve emeklilere verilecek zamlar tartışılıyor. İktidarın 20 yıllık geçmişine göz atarsak; yeteneklerin, kariyerin, uzmanlığın ve dürüstlüğün cezalandırıldığı bir dönem olduğunu söyleyebiliriz.
Ülkenin nerdeyse bütün kurumlarında vasıfsızlık en tepeden en aşağıya kadar sirayet etmiş durumda. Esasen yaşadığımız problemlerin temeli; işin ehline verilmemesi ve yandaşlara peşkeş çekilmesi. Koca koca kurumların başına, en kritik yerlere liyakatli değil, sadece kendilerinden olan kimseler getiriliyor. İşten anlaması, bilmesi hiç önemli değil. Yandaş mı? Bizden mi? Elde tutulmalı mı? Tek kriterleri kendilerine bağlılık esasına dayanıyor.
Hükümet, sadece oy potansiyelinin yüksek olduğu kesimlere musluğu açmış durumda. Uzmanlık gerektiren ama oy potansiyeli fazla olmayan alanlara pek ilgi duymuyor. Ücret noktasındaki tavrı da bunu açıkça gösteriyor. Zira vasıflı ve vasıfsız çalışan arasındaki makas ciddi bir şekilde daralmış durumda.
20 YIL SONRA BAŞA DÖNMEK
Yıllar önce konuşulan örneğin hasta bakıcı ve doktor arasındaki ücret farkının azalmış olması veya bir okulda çalışan işçi kadrosunda bulunan temizlik işçisi ile öğretmen arasındaki makasın işçi lehine bozulması o dönemlerin tekrar yaşandığını gösteriyor. Bugün işçi-memur arasında farkın açılması iktidarın iş başına geldiği ilk dönemi hatırlatıyor. Eskiden de maaşlarda bir uçurum ve ücret adaletsizliği vardı. Türkiye'nin en büyüklerinden demir çelik şirketinin genel müdürü, “Masamı silen odacım, benden fazla maaş alıyor. Bir şey söylediğimde ters ters suratıma bakıyor” demişti. Keza bu, diğer meslekler için de geçerli. İktidar bunu başlangıçta kısmen düzeltir gibi oldu ama sonrasında film tekrar başa sardı.
Bazı konumlar kolay elde edilmiyor. Mesela bir akademisyen 20 yılda doçent oluyor. Maddi, manevi, meşakkatli, zor ve yıpratıcı bir süreçten geçiyor. Böyle fedakarlıklara katlanan birinin geçim sıkıntısı yaşaması, ülkenin geldiği durumu göstermesi açısından manidardır/ibretliktir.
Akademisyenler sadece öğretmen değil, onlar aynı zamanda araştırma yapmak, kaynak peşine gitmek, sempozyum, makale, dergi yayınları ve kitap çalışmaları yapmak, yurtiçi ve uluslararası platformlarda çalışmalarını sunmak zorundalar.
Bu tür çalışmalar üretmek, sempozyuma katılımın yanı sıra barınma dâhil her türlü masraf akademisyenin cebinden çıkıyor. Ülkenin geleceği açısından akademisyenlere verilecek para, yaptıkları işin değerine göre ek desteklerle teşvik edilmelidir.
ÜLKENİN GELECEĞİ
Ülkenin geleceği, kalkınması, eğitilmesi düşünülüyorsa, kalkınmanın temel taşlarını oluşturan kitlelerin desteklenmesi öncelenmelidir. Günü kurtarma derdinde olan, karnını doyurma peşine düşen insanın bir şey üretmesi, katkı sağlaması düşünülemez.
Keza öğretmenlerin yaptığı işin ne kadar değerli, hayati olduğu takdir edilmeli. Çünkü öğretmenler, ülkenin mimarlarıdır. Geleceğimizi teslim ettiğimiz kimselerin bir taraftan açlık sınırında yaşamaları veya aynı okuldaki hademe ile yakın maaş alması, işin niteliği, sorumluluğu sonucu düşünüldüğünde büyük bir haksızlık olduğu görülür. Tabii ki temizlikçi yüksek maaş almalı, işçiye fazla verilmeli ama diğerleri de ezdirilmemelidir. Uzmanlık, maaşı belirleyen temel kriter olmalıdır.
İmamlar için de aynı durum söz konusudur. Toplumun tümüne hitap etmeleri, temsil noktasında olmaları önemlidir. İmamların geçim problemi yaşamaları, ek iş peşine düşmeleri, konumlarını basitleştirir. Yaptıkları işin mahiyetine zarar verir.
Mühendislerin durumu da farksızdır. Batı’da seçkin öğrenciler mühendis olurken bizde gençler kamuda daha hızlı atanma imkânı olan alanlara yönelmektedir. Bunun nedeni tamamen ekonomiktir.
Özetlemek gerekirse; akademisyenler geleceğin yöneticilerini, öğretmenler geleceğin toplumunu, imamlar ise bütün toplumu eğiten/yetiştiren kimselerdir.
Ülkenin en önemli problemlerinden birisi beyin göçüdür. Yıllarca yatırım yapıp yetiştirdiğiniz, 10-20 yıl emek verip uzman hale getirdiğiniz ülkenin geleceği olan insanlara bir hiç pahasına, kaç yüz bin dolar harcayarak yetiştirdiğiniz pilotu, akademisyeni, doktoru yurt dışına kaçırırsanız ülkenin geleceğini tehlikeye atmış olursunuz. Bu hemen ortaya çıkabilecek bir sonuçtan ziyade uzun vadede toplumsal çöküşe neden olabilecek hayati bir konudur.
ÜCRETLİ KÖLELİK!
Milli Eğitime bağlı okullarda bile ücretli öğretmenlik adı altında kölelikten daha kötü durumlarda asgari ücretin çeyrek maaşına talim eden on binlerce eğitmenin de olduğu bir gerçektir. Aynı şekilde özel okullarda görev yapan öğretmenlere asgari ücretin dahi altında ücretler verilmesine göz yumulması da ciddi bir trajedidir. Özel okullarda çalışan öğretmenlere devlet okullarında çalışan öğretmenler kadar ücret verilmelidir. Bu durum, bir kanunla teminat altına alınmalıdır. Zira o okulların velilerin önüne koyduğu devasa faturalar bunu gerektirmektedir.
Maaşı düşük olan ve geçim sıkıntısından hiçbir şeye fırsat bulamayan/düşünemeyen insan, sadece günü geçirmekle meşgul olur. Ülkenin kalkınması, müreffeh bir toplumla gerçekleşir. Burada özellikle bazı kitlelerin maaşının emeklerle değerlendirilmesi de mukayese edilmesi de doğru değildir.
Belki bu tür meslekler için performans değerlendirmesi yapılabilir. Burada hepsi kendi şartları içinde fedakârlıkları ile göz önüne alınmalıdır. Toplumun takdir edeceği, insanın gerçek anlamda yaşamını rahat sağlayacağı bir maaş takdim edilmelidir/ödenmelidir.
Çünkü yaşam standartları birbirinden bağımsız herkesin kendi içinde değerlendirilmesi, adil bir durumun ortaya çıkmasına katkı sağlayacaktır. Son olarak; emekli maaşlarında hiç olmazsa asgari ücret şartı getirilmeli, en düşük emekli maaşı daha doğrusu hiçbir ücret “asgari ücretten az olamaz” kuralı getirilmelidir.