<div>KUDÜS DAVASI İÇİN SİVİL MÜCADELE VE HASAN EL-BENNA ÖRNEĞİ</div> <div>Kudüs davasını sürekli gündemde tuttu: Hemen hemen her konuşmasında muhakkak Kudüs davasını gündeme getirdi ve şöyle dedi: “Kardeşlerim! Siyonistler sadece bir dilden anlıyor. O da devrim, güç ve kandır. Üzerinde La ilahe illallah’ın söylendiği bütün topraklar vatanımızın bir parçasıdır. Onun hürmeti ve kutsiyeti uğrunda cihattan başka çare yoktur. Filistin’in, İslam toprakları olması, peygamberlerin beşiği olması ve Allah’ın mübarek kıldığı Mescid-i Aksa’nın içinde olması nedeniyle her Müslüman’ın vatanı ve davasıdır. Filistin halkı bizim kardeşimizdir. Kim Filistin’e yardım etmezse, Allah ve Resulüne yardım etmemiş olur. Kim de ona yardım eder ve desteklerse kuşkusuz Allah’a ve Resulüne yardım etmiş olur.”</div> <div>İhtilaflara son vermeden zafere ulaşılamayacağını anlattı: Hasan el-Benna’nın en büyük etkisi birleştiricilik etkisiydi. Her nereye gitse dağılmış Müslümanları, cemaatleri, dernekleri, tarikatları, ilim adamlarını bir araya getirip aynı hedef doğrultusunda yönlendirebiliyordu. Çünkü o, özgür Kudüs için ilk önce Müslümanların kendi taassuplarından ve bağlarından özgürleşmesi gerektiğini düşünüyordu. Filistin’deki zulümlerin yoğunlaştığı bir dönemde Mısır’ın Mansura kentine gitmişti. Gittiğinde Ramazan’a az bir zaman kalmıştı. Bu sıralarda Şafiiler ve Hanefiler arasında çok büyük bir mezhebi taassup baş göstermişti. Şafiiler ve Hanefiler arasında teravih namazının rekât sayısı ile ilgili bir tartışma yaşanmaktaydı. Bu ihtilaf dolayısıyla Müslümanlar paramparça olmuşlardı. Bu durumu görünce derinden etkilenen Hasan el-Bennâ, büyük bir ciddiyetle her iki tarafı da susturup onlara şu soruyu sorar: “Teravih namazı sünnet mi yoksa farz mıdır?” Orada bulunlar sünnettir, der. “Peki, Müslümanların birbirlerini sevmeleri ve ayrılığa düşmemeleri sünnet mi yoksa farz mıdır?” Onlar da elbette farzdır diye cevap verir. Hasan el-Bennâ, “O halde teravih kılmamanız onu kılıp da kalplerinizin birbirinden düşmanlık ve buğz içinde olmasından daha hayırlıdır, lütfen bu tartışmaya bir son verin! Ümmetin halini görmüyor musunuz?” diyerek oradaki Müslümanları tekrar birleştirdi.</div> <div>Zulmün ancak Müslümanların vahdeti ile son bulacağını anlattı: Tüm çalışmalarında ilk hedefi Müslümanların birliğini sağlamaktı, bu nedenle konuşmalarında bu konuya özel bir yer ayırıyor ve şöyle diyordu: “Bugün İslam ülkelerinin hürriyet ve istiklâlini kazanmaları ve zulümlerin son bulması için Müslümanların düşmanları olan işgalcilerin ve emperyalistlerin kudretini kırmaları lazımdır. Bunun için İslâm’ın daha ilk günden imanın esaslarından biri kıldığı vahdete (birliğe) ve İslâmî çözümlere başvurmaktan başka çıkar yol yoktur. Derhal birleşmemiz ve yardımlaşmamız lâzımdır. Bugün en büyük farz budur.”</div> <div>Tek başına bir ordu ve devlet gibi hareket etti: Hasan el-Benna, İslam ülkelerinin Filistin konusunda harekete geçmediğini görünce madem İslam ülkeleri korkaklık yapıyor, “Bizzat ben on bin mücahit toplayıp Kudüs’e yollayacağım” dedi. Ve öyle de yaptı. Onun gönderdiği gençler İngilizleri ve Siyonistleri doğduğuna pişman etti. İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan’a neden Müslüman Kardeşler’in mücahitlerinden çekindikleri sorulunca, “Bu gençler, bizim akidemizden daha güçlü bir akideyle savaşıyor. Onlar şehit olmak için savaşırken biz toprak için savaşıyoruz. Onlarla savaşmayı denedik, ancak bize çok ağır hasarlar verdiler. O nedenle biz onlarla çatışmaktan hep geri durmayı tercih ettik” diyordu. </div> <div>Hasan el-Benna Filistin’deki zulmü durdurmak için yeni bir hazırlık yaptı ve tam bir milyon Müslüman’ın katıldığı bir miting düzenledi. O mitingde, “Çare yok, yolladığımız on bin mücahitten sonra elli bin mücahit daha toplayıp Filistin’deki cihada bizzat ben de katılacağım” diyerek hem Siyonistlere hem de İslam ülkelerinin kukla yöneticilerine açık bir meydan okuyuşla başkaldırdı ve bu açıklamadan kısa bir süre sonra şehit edildi. Allah ondan razı olsun, o aynı zamanda bir Kudüs ve Filistin şehididir.</div> <div>Abdülaziz KIRANŞAL</div>