<div>Yaşlanmaya başlamanın alamet-i farikası sanırım. İnsan her yeni gelen şeyin eskisini düşünüyor zamanla. İnsan gibi eşyanın da bir yolculuğu var çünkü. Şimdiki gibi özel araçların ya da servislerin olmadığı yıllar. Okula yürüyerek gidip gelenler için şemsiye önemli bir eşya. Şemsiye tamircileri vardı mesela. Telleri kırılırdı en çok ya da açıp kapatan mekanizma zamanla işlemez olurdu. E şimdiki gibi bolluk yok. Bozuldu at, yenisini al devri değil. Tamirciye bırakılır, bir kaç gün sonra alınır. Sınıfta ıslak şemsiyeler duvar dibinde bir yere bırakılır, yanan sobanın cılız ateşiyle yavaş yavaş kururdu.O bozulunca yapılan şemsiyelerin altında, ayakkabıdan içeri giren yağmur suları nedeniyle üşüye üşüye yol alırken kurulan hayaller vardı birde. Bir çoğumuz için şairin; "Genciz namlu gibi." dediği yıllar. O yılların çocukları büyüyüp memleketi kurtarmayı planlardı. Zamanla kendilerinin kurtarmanın derdine düştüler. Şimdikiler okulla ev arasında yurtdışına çıkma hayalleri kuruyor. Her neyse siyaset değildi konu. Şemsiye diyordum.Bir tek şemsiye tamircisi yoktu. Çakmak tamircileri vardı köşe başlarında. Çakmağın taşı değişilir, gazı doldurulur, kullanmaya devam edilirdi. Yok öyle gazı bitince çakmağı atmak. Allah rahmet etsin, Manav Duran amca kuyumcu vitrini gibi dizerdi elmaları, portakalları. Meyveler tek tek beyaz bir kağıda sarılıp dizilirlerdi fener alayı gibi. Misafir sayısınca taneyle alınırdı.Kış geliyor..Yağmur, artık altında hayal kuralım diye yağmıyor.Bir yerlerde şemsiyesinin altında burnunu çeke çeke büyüyen çocuklara emanet memleket. Birde ne elmaların ne portakalların tadı eskisi gibi değil..A. Haşim Özyurt </div>