Takvimler 2012 yılının Haziran ayını gösteriyordu. Kahire sokakları yeni bir döneme hazırlanmanın telaşı içindeydi. Mısır'ın vatansever evlatları, çalışkan öğrencilerin yeni deftere ilk cümlelerini yazarken duyduğu bir heyecanla, Mısır tarihinde yeni bir beyaz sayfayı açtığını düşünerek, aynı duygularla ülkelerinin yeni tarihini yazmaya çalışıyorlardı. 18 Haziran akşamı Mısır'da yeni dönemin simge ismi belli olmuştu. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda Müslüman Kardeşler Hareketi’nin adayı Muhammed Mursi, Hüsnü Mübarek yönetiminin eski başbakanı Ahmed Şefik’le girdiği mücadeleden başarıyla çıkmış ve sandık sonuçlarına göre ipi göğüslemişti. Bu aslında Mısır tarihinde bir dönüm noktası gibiydi. Mısır halkı Hasan el Benna çizgisinin yanında durmuş, Cemal Abdünnasır çizgisi ile bu çizgi arasında bir seçim yapmıştı. Ve Mısır halkı Mursi'ye oy vererek, eski rejimi reddedip apoletlerin gölgesindeki siyasetten kendi seçtikleri kişinin yönettiği siyasete geçiş yapmışlardı. İşte Mursi ile beraber Mısır yeniden hareketlendi. Unutulan konumunu yeniden hatırladı; o da Mısır özellikle bölge, Akdeniz ve hatta küresel dengeler açısından önemli bir ülke olduğuydu. Mısır, Kavalalı Mehmet Ali Paşa döneminden sonra, önce İngiliz ardından Nasır'ın hedefi tam olarak anlaşılamayan politikalarının sonucu olarak, Sovyetler Birliği ve Enver Sedat dönemleriyle birlikte, aynı zamanda Amerikan çizgisiyle hareket etmeye çalışan vasat bir ülke konumunda kalmıştı. Mısır gibi kadim bir tarihe, stratejik bir coğrafyaya ve güçlü toplumsal ve siyasal dinamiklere sahip ülkenin böylesine bir duruma düşmesi ünlü bir hikâyede bahsedildiği gibi "tavukların içinde büyümüş kartal yavrusu, uçamamanın hüznünü ve tavuklar gibi beslenememenin de öfkesini yaşıyordu." İşte son bir asırda Mısır'ın tarihi tam olarak bu şekildeydi. Bu durumu kabullenmeyen merhum Mursi, iki alanda aktif adımlar atmaya başladı. Türkiye ve İran'la kurduğu temaslarla bölgede ve İslam dünyasında Mısır'ın konumunu güçlendirmeye çalıştı ve Gazze'nin nefes borusu olan Refah kapısını açtırdı. HAMASA'la iletişimini güçlendirerek de Arap coğrafyasında saygınlık kazandı. Diğer yandan Doğu Akdeniz'de Hüsnü Mübarek döneminde İsrail'le birlikte imzalanan gaz arama anlaşmasından çekildi. Akdeniz politikasında kendi çıkarlarına göre hareket edeceği tezlerini böylece güçlendirmiş oldu ve bu konuda kararlı olduğunu gösterdi. Fakat Mursi, bu politikalarının meyvelerini toplayamadan görevden uzaklaştırıldı. Mursi sonrası Mısır, tarihinin yabancı olmadığı tanıdık bir dönem yaşamaya başladı ve "kabuğuna çekildi". Yeniden Batı'dan krediler alınmaya, dış politikada Körfez ülkelerinin önceliklerine göre hareket etmeye çalışan bir Mısır’a dönüldü. Üstelik İsrail'le de iyi geçinme dönemi başlamış oldu. Gazze geri plana atıldı. Refah kapısı sık sık kapatıldı. Akdeniz'de Mısır ile Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi arasında imzalanan “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması”nda Kahire denizde ciddi bir alan kaybetti. Ve bugün Gazze'de tarihin en büyük soykırımlarından birisi yaşanırken, Mısır, Körfez ülkeleri ve İslam dünyası üzerine düşenleri tam olarak ortaya koyuyor mu, bu noktada verilebilecek cevap maalesef koskoca bir “hayır”dır. İsrail, Mısır üzerinden gelen yardımları istediği an kesiyor ve tam olarak keyfi bir uygulama ile hareket ediyor. Tüm bu acı tablonun belli başlı birkaç sebebi var ancak biz öne çıkan iki sebebi ifade edelim: Birincisi Mısır’ın Gazze meselesini sınır güvenliği açısından salt kendi “ulusal” kodlarıyla okuması ve sorunun bölgesel-küresel sonuçlarını gözardı etmesi, ikincisi İslam dünyasının ‘İsrail ne yapacaksa bir an önce yapsın da bu mesele gündemden düşsün’ düşüncesiyle risk almaktan olabildiğince kaçınmasıdır. İşte bu manzara ortasında Cumhurbaşkanı Erdoğan, 14 Şubat’ta Mısır’a bir ziyaret gerçekleştirecek. Türkiye’nin İsrail ile halihazırda devam eden ticaretini bile durduramadığını düşünürsek, Gazze konusu bu görüşmede hangi bağlamda gündeme gelebilir kestirmek zor. Mevcut iktidarın Mısır’da yaşanan gelişmeleri kaç genel ve yerel seçime malzeme yaparak, kullandığını tekrar hatırlatmaya gerek de yok. Ancak şu gerçek iki ülke liderinin de aklından çıkmamalıdır; D-8 üyesi olan Türkiye ve Mısır birbiriyle yakınlaştıkça birlikte kazanıyor, uzaklaştıkça birlikte kaybediyorlar. İlişkilerin askıya alındığı dönem bu gerçeği herkese göstermiş oldu. İç huzur ve barış dış politika uygulayıcıları için en önemli güçtür. Ne Mısır ne de Türkiye, bu gerçeğe aykırı hareket edebilir. Bundan önce ne yaşanmışsa yaşansın, şimdi her iki ülke de ilişkileri tamir etmenin ötesinde birlikte hareket etme potansiyelini dikkate almak zorundadır. Mustafa Kaya