<div>HÜZÜN PEYGAMBERİ!</div> <div>İnsanlığın medar-ı iftiharı olan sevgililer sevgilisi yeryüzünü bundan tam 1451 yıl önce şereflendirdi. Devasa bir mücadeleyi tek başına göğüsleyerek, insanlık adına adeta bir devrim gerçekleştiren, zifiri karanlığın içerisinde bir ışık yakarak, önce çevresini sonra tüm dünyayı aydınlatan peygamber efendimiz her yönüyle yaratılmışların en müstesnası, en güzeli, en temizidir.</div> <div>Aradan geçen yüzlerce yıl boyunca en iyi hatipler, en iyi kalemler, en güzel özlemler hep onu anlattı. Bir insana ithaf edilebilecek en güzel kelimelerle o anlatıldı. Fakat ne dense kifayetsiz kaldı. Kelimelerin gücü onu anlatmak karşısında her zaman acizdi. Sözler yetmedi, yetemezdi. O sevginin, şefkatin, anlayışın, vefanın, onurun, şerefin, cesaretin, sabırlı olmanın yaşayan en büyük örneğiydi belki ama en çokta hüznün aynasıydı.</div> <div>O nasıl hüzünlü olmasın? Bir insanın sınanabileceği herşey ile sınandı.</div> <div>Önce babasını kaybetti, sonra annesi de onu yalnız bırakacaktı. Hüzün ona çocukken yaklaşmıştı adeta. Bundan sonra hayatının sonuna kadar seninleyim demişti. O büyüdükçe kendisiyle birlikte hüznü de büyüyecekti. Zaman zaman yanına hüznünü alıp Hira nur dağına çıktığında bir insana verilebilecek en zor görev ile karşılaşacaktı. İnsanlığı bulunduğu karanlıktan kurtarmak ve ebedi saadet ile tanıştırmak ile görevlendirildi.</div> <div>Sonra hüznüne bir yoldaş buldu. Zaman zaman hüznünü bastıracak güçlü bir yoldaş. O artık mücadele edecekti. Bizzat karanlıktan kurtarmak ve aydınlık ile tanıştırmak istediği insanların içindeki cehalet ile mücadele edecekti.</div> <div>Defalarca öldürmeye çalıştılar, yollarına dikenler serptiler, namaz kılarken omzuna deve işkembeleri bıraktılar. Yardım istemek için geldiğinde taşladılar. Alay etti, hakir gördü, dışladı, yalnızlaştılar. En yakın dostu ile birlikte zorlu bir yolcuğun ardından Medine'ye ulaştığında ne hissediyordu acaba? Hem yetim hem öksüz büyüyüp nihayetinde doğduğu topraklardan, o çok sevdiği Mekke'den de olmuştu. Oysa ne istersen vereceğiz demişlerdi. Kralımız ol, servete ve şerefe boğalım seni denmişti. Hepsini elinin tersi ile itip Allah yeter bana diyerek ömrünü adadığı inancına ilk önce kendini feda etmişti.</div> <div>Sevgi ve şefkatin anlam karşılığıydı belki ama aynı zamanda inancı gereği bir savaşçıydı. Savaş meydanlarında defalarca ölümle yüzleşti. Ne olursa olsun ne inancından ne duruşundan taviz vermedi. En yakınları bir bir ölürken hüznü her gün biraz büyüyordu. Evlatlarını tek tek elleriyle toprağa verirken gözlerinden yaşlar akıyordu. Oğlu İbrahim'i toprağa verirken; "Yâ İbrâhim! Ölümüne çok üzüldük. Gözlerimiz ağlıyor, kalbimiz sızlıyor. Fakat Rabbimizi gücendirecek bir şey söylemeyiz." diyecekti.</div> <div>Ondan çok şey öğrendik. Sadece dinimizi değil, bir insan nasıl olmalı sorusuna cevabı hayatıyla verdi bize. İnsan hiç görmediği birini özler mi? Yoklayın gönüllerinizi sanki ailenizden birini özlediğiniz gibi özlediğinizi fark edeceksiniz. Yüzlerce yıl öteden berilere gelip aramızda dolaşmasını hissedin. Mekke sokaklarında hem yetim hem öksüz büyüyen çocuğun hüznünü kalbiniz ile anlayın.</div> <div>Peygamber efendimizin yeryüzünü şereflendirdiği bu mübarek gecenin, dertlerimize derman olmasını diliyor, onu anlayan, onu yaşayan insanlardan olmayı hepimiz adına temenni ediyorum.</div> <div>Kalın sağlıcakla..</div> <div>A. Haşim Özyurt</div> <div>hasimozyurt@gmail.com</div>