Günlükler: Çözülme Sürüyor! 35’ten 45 Çıkar mı?

Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

 

İstanbul’un edebiyat ve fikir mahvilleri bir hayli fazladır. Dün de öyleydi, bugün de öyle. Tanzimat döneminde bu mahviller evlerde, konaklarda yapılırdı. Mesela Hersekli Arif Hikmet’in Evi, Abdurrahman Sami Paşanın ve Recaizade Mahmut Ekrem’in Konağı, en meşhuru ise Tarihçi İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın konağıdır.  Şair Nigar, İhsan Raif, Şüküfe Nihal ve Nihat Hanım’ın(Fıratlı) evleri de öyleydi. Tevfik Fikret’in Aşıyan’daki yalısını unuttum sanmayın, Orası da aynıydı.

Ayrıca Çiçekci, İkbal, Küllük, Eptalafos Kahveleri, Safarim, Meserret, Daruttalim, Küllük ve Marmara Kıraathaneleri de aynı görevi yapardı; Mahvil olmak özelliği taşırlardı..

İstanbul’un en meşhur ve mahvil olarak değerlendirdikleri ,aydınların mutlaka uğradığı pastaneler ise Lebon, Nisuaz, Petrograt, Markiz, Elit ve Baylan Pastaneleriydi.

Konaklarda ayrıca konuklara diş kirası verilirdi. Tanzimatın lokanta ve otelleri de bundan nasibini almıştır;Bacı, Cumhuriyet, Deniz, Degustasyon Lokantaları, Tokatlıyan, Park ve Pera Palas otelleri. Alkolle dost olanların mahvili ise Lambos’un Yeri ve Kulis bardı. Bunların dışında tanzimat aydınları matbaa, dergi, kitapevi ve sanat galerilerinde aynı amaçla bir araya geliyor, tartışıyor, müzakere ediyor, gündem veyahut önemli konularda görüşünü açıklıyorlar, kahve, çay, limonata vs içiyor, bir başka toplantıda buluşmak üzere ayrılıyorlar.

MAHFİL MAHFİL ÜSTÜNE

Günümüze gelince değişen bir şey yok.

Sadece mahfillerin adı cafe oldu. Katılımcıların kendi görüşünde olduğu aydınlarla beraberi tercih ettikleri mahfiller bulunduğu kadar, bağımsız, cumhuriyetçi ve demokrat tartışmaların olabildiği değişik görüşteki aydınların katıldığı mahfiller de var. Sayısının haddi hesabı olmadığı gibi, her sokakta böyle etkinlikler yapılabilmektedir. Cemaatler de yapıyor, fikir kulüpleri de, edebiyat-sanat grupları da.

Benim ve arkadaşlarımın her pazartesi önce Kemah Kafe’de şimdi AbbaraKafe’de,  sonrasında hangi kafede olacağını bilmediğim sohbetlerimiz; dünyaya söyleyecek sözü olan bütün aydınlarımıza açık. Bunun için de Anadolu’nun muhtelif illerinden; Diyarbakır, Başkent Ankara, Antalya, Sakarya, Gaziantep, İzmir’den de zaman zaman selam verip, gerek konuşulan gündem ile, gerekse açıklama ihtiyacı hissettiği bir meseleyle düşüncesini tartışmaya açabiliyor.

Son toplantımız soğuk ve üç arkadaşımızın hastalandığı, masa-sandalyesi aşırı yaşlı, odaların yeteri kadar ısınmadığı, müstakil oda ve bahçesi olan Abbara Kafe’de yaptık.

Gündem önce gençlerimizin neden aramızda olmayışının arayışıydı. Sonra Bolu Grand Kartal Oteli'nde çoğu karne tatili dolayısıyla çocuklarını ödüllendiren 78 yurttaşımızın yanarak şehit olmasıydı.

Gazeteci Atila Şahiner ilginç bir misal verdi. Bir yerde konuklar. Evin çocuğu ödevinde 36'dan 45'i çıkarmaya çalışıyor. Beceremiyor. Atila Yardım etmek istiyor "Evladım 36'dan 45 çıkmaz, o daha büyük çünkü. Ancak 45'ten 36 çıkar" diye hatırlatıyor. Baba, bu müdahale hayıflanıyor "Çıkar çıkar bizim evde 36'dan 45 çıkar" diyor! İster gülün, yahut ağlayın. Böyle bir durum söz konusu maalesef.

TESPİTLER VE YORUMLAR

İşte sohbette konuştuklarımız ve değerlendirdiklerimiz; Bir zamanlar İstanbul Beyazıt'ta Marmara Kıraathanesi vardı. Buraya her kesimden aydınlar gelirdi. Bittabi önce istihbaratçılar, polisler, sağcılar, solcular, oportünistler, sonra M. Şevket Eygi, Sezai Karakoç, Necip Fazıl, Erol Güngör, Cerrahi Kanaat önderi ve hippiylerin hamisi, Sahaflar Çarşısının da Şeyhi Muzaffer Ozak Hoca, solcu, sosyalist, hukukçu, bir dönem politikacı Mehmet Feyyat, o yıllarda aynı kulvarda aynı görüşte yazılar kaleme alan Şiar Yalçın. Bir masada Cumhuriyet, diğerinde Büyükdoğu olduğu dönem. Masalardaki tartışmalar vatan kurtarmaya kadar uzanırdı. Üniversiteye yakın olduğu için de talebeler ikinci bir daire içinde konuşulanları dinlerlerdi. Bu kuşaktan biri Vefa Lisesi son sınıf talebesi olarak bendim, marufları görmenin mutluluğunu yaşardım; diğeri de ustam Hukukçu ve Gazeteci Ahmet İyi oldu. Bizden daha eskimezler ise Pazartesi Sohbetlerimizin Ahiret Tahsildarı diye bilinen ağabeyimiz Reşat Şen. Bir anlatsın siz dinleyin meğer neler olmuş İstanbul'da.

"Aramızda neden gençler yok" diye bir sorun mevcut değildi. Sonrasında gençlerimize kamu yeteri kadar sahip çıkmayınca bugün olduğu gibi cemaatler ve ideolojiler sahiplenmeye başladı. Ev tutamayan bekar talebeye daire kiralandı, burs verildi. Kimi biata-sadakata devam etti, bir kısmı aynı yerde kaldı ama özgür düşüncesinde istikrarlı oldu. Emperyalizm yanlısı batılı ülkelerin tuzakları artınca gençler birbirine vurduruldu, her iki taraftan da şehitler oldu. Bunun farkına çok geç vardık. Ama vardık. Müzik, moda, futbol, şöhret, teknoloji toplumu etkiledi ve herkes bundan nasibini aldı. İnsanlar menfaatle, imkanla, teşvikle tanıştı. Çok da sevdi. Bugün yurtlarda kalan talebeler ağabeylerinin rızası dışında bir kitap okur, bir toplantıya giderse yurttan atılabilir, bursu kesilebilir, ötekileştirilebilir. Sadakat hep önde olmalı. Böylece menfaat ile tanıştı gençlerimiz, birey olmasına mani olundu.

Günümüz daha da acımasız. Daha önce pek sık rastlanmayan hayat pahalılığı, enflasyon, zamlar, fakirlik artınca akılcılık ve tefekkür geri plana düştü, önemsenmedi. Gelişmeler karşısında "Bir şey olmaz" dendi. Sabırsızlık arttı. Artık çocuğunu tatillerde terzi, marangoz, tuhafiyeci, ayakkabıcı yanına çırak veren, onlara soba yakmayı, bulaşık yıkamayı ve yemek yapmayı öğreten aileler de kayboldu. Yeter ki çocuklar okusun, diploması olsun, zengin bir kızla evlensin, hayatını kurtarsın. Ancak evdeki hesap pazara pek uymadı.

ÇOK İSİM ÇOK ÖRNEK

Akıllı telefonlar akılsızları artırdı ve Çorçil haklı çıktı "Durum vahim ama ümitsizlik yok" İflah olmaz ülke ve insan sayısı arttı. Dünya, inançlar, ideolojiler yaşlandı, sosyal medya devreye girdi. Gizli, örtülü, açık Şaban filmleri insanları şabanlaştırdı. Bir dönemin öndeki ismi Halil Rıfat Paşa Sivas ve Kayseri'de çocukların işyerlerinde çalıştırıldığını görünce öfkelenir. Bir müddet sonra hakikati algılar ve bundan vazgeçer, iş güvenliği ve denetim öne çıkar. Mareşal Fevzi Çakmak ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın anılarında hatırlattığı gibi müteahhitlere ihale ve rüşvet sorunu parladı. Tarihi iyi okumak gerekiyor. Fazıl Ahmet Paşa ile yeni padişah arasında şöyle bir konuşma geçer; Efendim bütün tasarruflarımız Şeyhülislamın fetvalarıyla gerçekleşti. Ancak netice olumlu çıkmadı. Çünkü Babam sizden korkardı." Oysa Osmanlı yönetimi ceza verince kapısına bunun nedenini de yazılı olarak koyardı.

Abdülhakim Arvasi'nin "Cezaevlerindekiler nasıl ıslah olunur?" değerlendirmesini kaç kişi biliyor? Belki de unuttuk. Ama Cübbeli Ahmet'i ve Menzil'i ve Adıyaman’da üç kardeşin kavgasını tanımayan, bilmeyen yok.

Üniversitelerin bir şey üretmediği dönemden geçiliyor. Rektörler makamlarının mutluluğunu ve refahını yaşıyor. Belli ki bir çürüme var. Sosyolog, psikolog, tarihçiler ve mülkiyeliler ortaya bir şey çıkarmalı, topluma ve yarına faydalı olmalılar. Kötü, yalan dolan ve bize örf diye yutturulan bazı kelamı kibarlar ve yanlış geleneklerimizi esas bildik. Yanlışı fark edemedik. İşte birkaç örneği çürümenin; "Bal tutan parmağını yalar" ile hırsızlık, "Devletin malı deniz, yemeyen domuz" ile devleti-kamuyu soymayı, "At binenin kılıç kuşananın' ile hırsızlığı, "Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez" ile menfaatçiliği, "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" ile bencilliği, "Köprüden geçene kadar ayıya dayı denir" ile kurnazlığı, takiyeciliği, "Yemeyenin malını yerler" ile dolandırıcılığı, "Komşuda pişer bize de düşür" ile emek vermeden asalak geçinmeyi, "Üzümü ye bağını sorma" ile harem-helali, "At binenin kılıç kuşananın" ile gasbı, işgali, "Kol kırılır yen içinde kalır" ile dolandırıcılığı, gizliliği, "Söz gümüşse sükut altındır" ile haksızlık karşısında susmayı öğrettiler.Ayrıca Şeyh olarak bilinen günümüzdeki sahtekarların pisliklerini sorgulamak kapı dışarı edildi. Çıkarcılık, şahsiyetsizlik, yalancılık, bencillik, duyarsızlık, sorgulamamak öne çıktı, ahiret ve hesap verme günü unutuldu. Tamı tamına bir oportünizm yaşandı, yaşanıyor.

DÜNYAYA BİR ŞEY SÖYLEMEK

Ülkemizden ve toplumumuzdan çalınan en büyüt servet maalesef ahlak ve adalet oldu. Morgan Freemen'in dediği gibi "gerçeği bilerek, hakikati görerek hala yalanlara inanmak aptallığın ta kendisidir."

"Kaldığım otelde yangın merdiveni ve alarm mı var mı" diye ben kontrol edeceksem, "oturduğum apartman deprem açısından güvenli mi" ben dikkat edeceksem, "gittiğimiz restoran gıda güvenliğine uygun mu?" Ben araştıracaksam peki benden neden vergi alınıyor?

Katılımcılarımızın görüşlerinden istifade ettim. Dostluk böyle bir şey zaten aydınlanmaya endekslenmeli. Dünyaya ve topluma bir şey söylemeli aydınlarımız. Abbara çok soğuktu; hararetli tartışmamız ve nefeslerimiz ile ısınmaya çalıştık.

Bakalım şimdi! Yetti mi yetmedi!  35’ten 45 çıkınca geriye ne kalır?