Ülkemizde üniversitelerin çoğalmasıyla birlikte maalesef kalite gittikçe düşüyor ve aynı oranda ara eleman/teknik işçiye olan ihtiyaç da o oranda artıyor. Bununla birlikte en kötüsü de üniversite mezunları ile birlikte genç işsiz sayısı da aynı şekilde her geçen gün artmaya devam ediyor. Yani nitelik ve nicelik arasındaki uçurum artık kendisini iyice hissettirmeye başladı. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) verilerine göre Türkiye’de 25-34 yaş arasındaki gençlerin %40’ı yükseköğretim görüyor ve bu oran %15 olan OECD ülkeleri ortalamasının çok üstünde. OECD ülkeleri, bu oranı belli bir plan çerçevesinde tutarken, Türkiye ise üniversite öğrenci sayısının artmasına rağmen o ülkelerin ekonomik olarak ulaştığı noktalara ulaşamıyor. Ortada derin bir sorun olduğu muhakkak. Ancak sorunun varlığını bile kabul etmeyen iktidar, bir hayal dünyasında yaşamayı, gerçeklerle yüzleşmeye tercih ediyor. İktidar, bu istatistiği bir başarı hikâyesi gibi takdim etse de madalyonun diğer yüzü hiç de bir başarı olarak durmuyor. Bu veriyi pembe tablo olarak sunmak, gerçekler karşısında başları kuma gömmektir ve bu durum maalesef herkesi endişelendirmesi gereken gerçeklerle dolu. Yine 2022-OECD verilerine baktığımızda Türkiye’de üniversite mezunu işsizlerin hemen hemen yarısı 12 aydan uzun zamandan beri çalışmıyor. Üniversite mezunlarının temel kaygısı okulu bitirmek değil, iş bulma korkusu haline çoktan gelmiş durumda. Yani bu veriler gösteriyor ki -doğrudan böyle ifade edilmese de- sürekli pompalanan “üniversiteliysen kurtuldun, değilsen işin zor” yaklaşımı gerçekleri yansıtmıyor. Bunun sonucunda genel işsizlikle birlikte doğru orantılı olarak artan diplomalı genç işsizler ordusu sadece ekonomik değer kaybına sebep olmuyor, aynı zamanda sosyal sorunları da tetikliyor. İş bulamayan dolayısıyla ayakları üzerinde duramadığı için evlilik planlarını sürekli erteleyen ve hayata atılmakta geciken gençlerimizin en verimli dönemleri bilinçsizce ve plansız bir şekilde heba olup gidiyor. Bize de elimizde genç nüfus oranı ile övünmekten başka bir şey kalmıyor. Apartman katlarında, yüksek binalarda, ofis katı olarak kullanılabilecek mekânlarda oluşturulan üniversiteler, tam da işin kapitalist esaret boyutunu teyit ediyor. Kampüs havasından uzak, otoyollara sıfır mesafesinde verilen üniversite ruhsatlarının mantığını anlamak gerçekten çok zor. Öğrenci eşittir kolay ve garanti kazanç mantığının bazı yatırımcıların(!) iştahını kabarttığını görmekten dolayı ilim adına, geleceğimiz adına, maalesef söylemek zorundayım ama utanıyorum. Bir an önce “daha fazla üniversite” mantığından vazgeçip daha kaliteli üniversite hedefine yoğunlaşmalıyız. “Paranı öde, 4 yıl sonra diplomanı al” anlayışının önüne geçilmezse bizi her açıdan daha da sıkıntılı günler bekliyor demektir. Üniversite eğitimi ile ilgili hal böyleyken, diğer taraftan ekonominin motor gücünün ara eleman sınıfı olduğunu söylememize gerek var mı, bilmiyorum. Türkiye’nin sanayi ve ekonomideki en büyük sorunu amasız, fakatsız, tartışmasız ara eleman sorunudur. Gelişmekte olan bir ülke olduğumuz halde kendi insan kapasitesine gerekli iş olanakları sağlayamayan, kâğıt üzerinde gelişmiş gibi davranan bir ülke olmak, kendimizi kandırmaktan başka bir işe yaramıyor. Avrupa’da bir çocuğa “Gelecekte ne olmayı düşünüyorsun?” sorusuna tesisatçı, oto tamircisi, itfaiye eri gibi cevaplar alabilecekken, Türkiye’de bu soruların cevabı genelde avukat, polis, doktor, mühendis, öğretmen oluyor. Hayatın olağan akışı içinde gençlerimiz gerçeklerle yüzleşince de ya atanamama sorunundan ya da iş imkânlarının çok sınırlı olmasından dolayı marketlerde kasiyerlik yapmak zorunda kalıyor. Yaşı geçen, herhangi bir mesleğin çıraklık sürecini de artık yaşaması mümkün olmayan bu gençlerimiz, hayatlarının sonuna kadar hem mutsuz hem de çaresiz bir şekilde yaşamlarına devam ediyorlar. Meslek liselerine gereken önemin verilmemesinden dolayı, kuş uçmaz, kervan geçmez yerlere dikilen kimi üniversite binalarında şafak sayan gençlerimiz, o illerin, ilçelerin ekonomilerine katkı sağlayan birer araca dönüştürülüyor. Sanayici çalıştıracak adam bulamıyoruz diye dert yanarken, ellerinde diplomaları ile kalakalan gençlerimiz, ne yapacaklarını bilmez halde yol bulmaya çalışıyor. Bu durumda da Suriye’den, Afganistan’dan, Afrika ülkelerinden, Orta Asya ve Uzakdoğu’dan gelenlerle birlikte ara eleman sorunu aşılmaya çalışılıyor. Sığınmacılar, göçmenler meselesi gündeme geldiğinde ise sanayi çevreleri ayağa kalkıyor ve “şalterleri indirmek zorunda kalırız” diye açıklamalar yapıyor. İşte burası çıkmaz sokaktır, tek taraflı bağımlılıktır. Gelinen bu kısır döngü, iradenin kendi elimizden kayıp gitmesidir. Sanayimizi ayakta tutacağız derken, diğer olası sosyal sorunları görmeme, karartma sürecidir. Üstelik işçi hakkını düşünmeyen kimi işverenler daha düşük maaşlı, sigortasız yabancı uyruklu kaçak işçi çalıştırarak piyasanın dengesini bozuyor ve Türkiye’de işçi ücretlerini üçüncü dünya ülkeleri maaşlarına yani aşağı yöne doğru çekiyor. Tüm bu şartları göz önünde bulundurarak ifade etmeliyim ki; mezun olduktan sonra ülkesine, milletine, devletine, ailesine ve kendisine karşı olan sorumluluklarını bu yolla yerine getireceğine inanan her gencimiz üniversite okumalı ve bu gençlerimizin enerjisi doğru bir şekilde böylece değerlendirilmelidir. Ancak herkes de bilmeli ki, gençlerimiz üniversite mezunu olmadan da kendisine ve topluma karşı olan sorumluluklarını yerine getirilebilir, her türlü faydalı olabilir, geleceğini sağlıklı bir şekilde inşa edebilir ve verimli bir ömür geçirebilirler. Hiçbir ebeveyn toplumsal baskıya esir olup, üniversite okumak gibi bir düşüncesi olmayan evlatlarını, dişlerinden tırnaklarından artırarak diploma sahibi olmaya zorlamamalıdır. Sonra da, “Ben saçımı süpürge ettim, yemedim yedirdim, giymedim giydirdim, okumadım okuttum” diyerek dertlenmemelidir. Başarılı bir kariyer planı sadece diplomayla kazanılan bir şey değildir. Çocuklarını iyi tanır ve doğru yönlendirirlerse hem anne ve babalar kendileri hem de çocukları adına en sağlıklı işi yapmış olurlar. İşte yaşanan bütün bu sorunların sebebi iktidarın ne yaptığını bilmeyen, neyi hedeflediği belli olmayan uygulamalarının sonucudur. Kendi ayakları üzerinde duramayan bir ekonomik koşullara insanları mecbur eden iktidar, üniversiteli sayısını artırdım diyerek gerçekleri gözlerden uzak tutmaya çalışıyor. Bu duruma dur diyecek olan şey toplumsal bilinçlenmedir. Ailelerin çocuklarına doğru rehberlik yapabilmesidir. İktidar beka sorunu denildiğinde kendisinin iktidarda kalmasını anlarken, biz de bu yazı vesilesiyle üniversite mezunu genç işsizlerin artmasının da hayati derecede önemli bir beka sorunu olarak kayıtlara geçirmiş olalım.