Dünyayı Yöneten Mini Beyin; Çip

13-10-2024

Günümüz dünyasında kullandığımız her eşyanın içinde bulunan ve onun olmaması durumunda eşyanın işlevselliğini yitirdiği bir tür mini beyin; çipler.
Çiplere gelene kadar neler yaşandı? Hangi aşamalar geçildi? Bu sorulara cevap vermek ve teknolojinin gelişimini konuşmak için konuyu biraz geriden almak gerekir.
Zira günümüz teknolojisinin bugün geldiği noktanın temelleri 1760 yılında Sanayi Devrimi ile atıldı. Sanayi devrimine kadar ağır ilerleyen keşifler, buharlı makinelerin icadı sonrası hızlandı. Zira o tarihte insanlık kas gücü kullanmadan eşyayı hareket ettirebilen buhar gücünü keşfetti. Ardından gelen buluşlar ise hep bu eksende hareket etti ve dünya tarihine etki edecek her buluşu yeni bir sanayi yani “endüstri" devrimi olarak nitelendirdik.
Birinci Sanayi Devrimi ya da diğer bir deyişle “Endüstri Devrimi” buharlı makinelerin icadıyla özdeşleştirilirken İkinci Endüstri Devrimi “ucuz çelik üretimiyle” bağdaştırıldı.
Ardından sanayinin elektronikle desteklenmesiyle bu alandaki üçüncü devrim gerçekleşmiş oldu. Bugün geldiğimiz noktada ise üretimde bilgisayar kullanımıyla “4. Sanayi Devrimi’ni yaşıyoruz. Tüm bu süreçler 250-300 yıl kadar bir sürede gerçekleşti.
Büyüklerimiz fotoğraf makinelerinin filmlerine 32 fotoğrafın sığmasına şaşırırken bizler dijital kameralarla tanıştık ve küçücük kartlara yüzlerce fotoğraf sığdırdık. Bugün ise telefon kameralarıyla çektiğimiz binlerce fotoğraf ve videoyu online bulutlara yüklüyor, bize büyük bir saklama alanı gibi gelen o kartlara artık ihtiyaç bile duymuyoruz. Yüzlerce kâğıda sığmayacak bilgiyi telefonumuzdaki bir klasörde taşıyor, ihtiyaç duyduğumuz bilgiye kolayca ulaşıyoruz. Üstelik tüm bunların daha da işlevsel hale gelmesi için telefonlarımıza ve bilgisayarlarımıza mütemadiyen gelen güncellemelerle kullanımımız daha da kolaylaşıyor.
İşte son 30 yılda teknolojik gelişimin bu kadar hızlı olmasının altında yatan şey, her geçen gün küçülen; küçüldükçe işlevselliği artan dünya tarihinin en büyük silahı çiplerdir.
Çipler; bilgisayarlar, akıllı telefonlar, otomobiller gibi birçok elektronik cihazın temel bileşenleri konumunda. Mikroçipler, elektronik devrelerin entegre bir biçimde bir araya getirildiği küçük birer yapı halindeler. Bu çipler, bilgisayar işlemlerinin yanı sıra veri saklama, iletişim ve kontrol işlevlerini de yerine getiren birer mini cihazlar anlamını taşıyor.
Yapay zekâ, nesnelerin interneti ve 5G teknolojileri, çiplerin daha karmaşık uygulamalar için optimize edilmesini gerektiriyor. Bu durum da çip üretiminde yeni teknoloji ve üst düzey mühendislik ihtiyaçlarını beraberinde getiriyor.
Yani teknolojinin ilerlemesiyle yeni ihtiyaçlar gündeme gelirken, bu ihtiyaçları taşıyabilecek yeni çipler gerekiyor. Bu noktada da çip üreticileri inovasyonlarla sektörü domine etmeye devam ediyor. Bu dominasyon da üretici olmayan ülkeleri bu alanda dışa bağımlı hale getiriyor. Ancak bu durum o ülkeler için sayısız dezavantajı da içinde barındırıyor. Yapılması gereken şey ise çok açık; her zaman için söylediğimiz gibi “kendi ihtiyacın olan şeyi kendin üretmelisin.”
Yerli çip üretimi, bir ülkenin teknolojide bağımsızlığını sağlaması açısından kritik bir öneme sahip. Ülkeler, kendi çiplerini geliştirme çabalarıyla, global tedarik zincirlerindeki belirsizlikleri azaltmak ve stratejik bağımsızlıklarını sağlamak zorundadır.
Bu noktadaki bağımsızlığın ne kadar stratejik olduğunu ve güvenlik noktasındaki önemini geçtiğimiz ay bir kez daha tecrübe ettik. İşgalci İsrail, Lübnan’da Hizbullah’ın kendi içerisinde bir iletişim aracı olarak kullandığı çağrı cihazlarını eş zamanlı denebilecek kadar kısa aralıklarla patlattı. İki gün üst üste gerçekleştirilen saldırılarda 3 binin üzerinde kişi yaralanırken en az 32 kişinin hayatını kaybettiği belirtiliyor.
Saldırılarda kendilerini imha eden cihazların içerisinde patlayıcı olup olmadığı bile tartışılıyor. Ancak tartışmaya dahi lüzum görülmeyen şey şu ki; tüm bu saldırı planları, olması muhtemel patlayıcılar; o küçük çipler olmadan hiçbir işe yaramıyor.
17-18 Eylül’de Lübnan’da meydana gelen saldırılar, sadece bölgenin ve direniş gruplarının güvenlik önlemlerini değil; aynı zamanda küresel teknoloji dinamiklerinin de gözden geçirilmesi gerektiğini ortaya koydu. Yaşanan olay, Türkiye’nin çip kullanımı ve güvenliği konusunda alması gereken önlemlerin de kaçınılmaz olduğunu gösterdi.
Ne yazık ki Türkiye, yüksek teknoloji ürünleri ve çipler konusunda ciddi anlamda dışa bağımlı konumda. Öyle ki çip kullanımında yerlilik oranımızın %10 olduğu söyleniyor.
Türkiye’nin kendi çipini geliştirmesi, yalnızca çip alanında basit bir ilerlemeden ibaret değil; genel bir teknoloji bağımsızlığına gidecek yolun ilk adımları olarak kabul edilmelidir.
Pandemi sürecinde yaşadığımız çip tedarik sürecindeki kriz de bir diğer sebep aslında. Bu süreçte çip yoksunluğunun birçok sektöre büyük darbeler vurduğunu gördük.
Çipler, veri işleyen yapılarından dolayı bilgi güvenliği açısından da hassas bileşenler konumunda. Dolayısıyla siber güvenliğin güçlendirilmesi ve izleme sistemlerinin geliştirilmesi gibi güvenlik uzmanlarının üzerine yoğunlaşması gereken bir durumu konuşuyoruz.
Çip üretimi sektöründe piyasa değeri 400 milyar doları aşan şirketler bulunurken, yıllık 80 milyar dolarlık gelirlerden bahsediliyor. Bu rakamların üzerine geçtiğimiz günlerde yaşanan saldırılarla birlikte gün yüzüne çıkan güvenlik gerekçeleri de eklenince, çip sektörü küresel güçlerin çıkarlarını korumak için mükemmel bir alana dönüşüyor.
Öyle ki Çin, 2020’de 10 milyar dolar olan çip üretim kapasitesini 2025 yılında 100 milyar dolara çıkarmayı planlıyor. Çin’in bu hedefini gerçekleştirmesi durumunda sektörün %30’luk bir dilimini ele geçirmesi bekleniyor.
ABD ve Japonya ise Çin’in bu yükselişini engellemek üzere “Çin ihracatını kısıtlama” anlaşmasını gündeme taşıdı. Çin’in ekonomik büyümesini engellemenin yanı sıra dünyanın dört bir yanında Çin yerine kendi çiplerinin, yani mini beyinlerinin olmasını amaçlıyorlar.
Ülkemizin çip ihtiyacı ise büyük ölçüde Çin, Tayvan, ABD, Hollanda, Japonya ve Almanya’dan karşılanıyor. Tayvan üzerinde süren ABD-Çin rekabetinin bir boyutu da çiplerdir. Tayvan’ın dünya çip üretiminin yarıdan fazlasını üretiyor olması dikkatlerden kaçmamalıdır.
Ülkeler, kriz zamanlarındaki mücadele metotlarıyla ayakta kalırlar. Dolayısıyla bugünlerde görmüş olduk ki çip ithalatı çok dikkatli yürütülmesi, hatta mümkün olduğu ölçüde dışa bağımlılığın azaltılması gereken bir alandır.
Bu alanda güçlü adımlar atılmazsa bağımsızlığımız hayati risklerle yüzleşmek zorunda kalabilir. Türkiye’nin önceliği, çağın gerekliliklerine uygun çözümleri bulmak ve uygulamak; içerisinde bulunduğumuz süreci ve geleceği doğru okuyarak kendi ekseninde şekillendirmek olmalıdır.
Bunun da yolu kendi çip üretimimizle birlikte büyük bir teknoloji seferberliğinden, elde bulunan beyin gücünü bu alanlara kanalize etmekten ve teşviklerden geçiyor. Türkiye bu beyin gücüne sahip, yeter ki yaklaşan tehlikenin farkına varılsın.
Mustafa Kaya