Bloklar Arası Tercihler ve Acı Gerçekler

Bloklar Arası Tercihler ve Acı Gerçekler

Bugünkü yaşadığımız siyasi süreçte -iyi niyetli olanları bir kenara bırakıyorum- Saadet'in bu kadar tasfiye edilmesine, baskılara maruz kalmasına ve dışlanmasına rağmen bu kadar zaman sonra siyasette “oyun kurucu” olması birilerini rahatsız ediyor.

Saadet’in tabanı, yönetimin ihanet içerisinde olmadığını bildiğinden ve ihlasla hareket ettiğine inandığından, aldığı bütün kararlarına itaat edip destek veriyor. AK Parti veya başka bir partiyle de iş birliği yapılsaydı yine baş üstüne diyecekti.

Bugün Saadet’in belirleyici rol üstlenmesinden rahatsız olanlar ne sağcı-solcu ne liberal ne de başka bir kesim. Sadece eski Refahlılar, yani bizimkiler/aramızdan ayrılan kardeşlerimiz.

Ömründe Saadet Partisi’ne hiç oy vermemiş, -oy vermek nasip olmamış- kendini Millî Görüşçü olarak adlandıran deyim yerindeyse Millî Görüş nostaljisi yaşayanlar, bu durumdan rahatsız oluyor. Gönül bağınız bulunsa bile hiç oy vermediğiniz bir parti için asıp kesmeye, kırıp dökmeye hiç gerek yok. Samimiyetinizi tartışmıyoruz ama bırakın herkes kendi partisini yönetsin.

Dost/düşman herkesin bildiği bir gerçek var ki; “Saadet'in içinde bulunduğu herhangi bir yapıdan bu ülkeye asla zarar gelmez.” Bu gerçeği cümle âlem bildiği ve kabullendiği için Saadet, bu süreçte bu kadar etkin oldu. Bu sebepledir ki, ittifak bileşenlerinden hedefe konan sadece Saadet var. Yıllarca kol kola yürüdükleri adamların karşılarında olmalarından hiç gocunmuyorlar. Onları ihanetle suçlamıyor, sadece Saadet’in pusula oluşuna öfkeleniyorlar.

Halk oy vermese de gönlünde Saadet’in ayrı bir yeri var. Herkes hakkını teslim eder, duruşunu takdir eder.

İTTİFAKLAR VE ÜÇLÜ BLOKLAR

Bugün mesele, aday meselesi de değildir. Ali inecek Veli binecek, Ahmet gidecek Mehmet gelecek hiç değildir. Devlet yönetiminde siyasi partiler, fikirler ve kadrolar vardır. Şahıslar, sembolik anlam ifade eder.

İki ana ittifak bloku, üçlü temsilden müteşekkildir. İçinde tarih boyu “karanlık derin adamların” olduğu blok mu yoksa Temel Bey'in olduğu Saadet’li blok mu bu ülkeye hayır getirir? Esas sorulması gereken soru bu olmalıdır.

Kaldı ki AK Partili dostlar açısından şunu söyleyebiliriz. Birinci AK Parti döneminde Genel Başkan Erdoğan'ın arkasında bulunan Abdullah Gül, Bülent Arınç, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu gitti yerine ikinci AK Parti dönemi geldi. 15 Temmuz sonrası oluşturulan bu dönemdeki fotoğraf karesinde hangi isimlerin olduğu herkesin malumudur.

Aslında 28 Şubat’ın aktörleri bugün de aktifler. Sembolik olarak tepede duran ismin bir yaptırım gücü yok. Yirmi yılı aşkın süredir iş başında bulunan kişinin yaptırım gücü olsaydı şimdiye kadar belki de neler yapmazdı ki? Ama gücü yok, bir blokajın esareti altında.

Kamuoyunda dillendirilen, bir partinin “tek başına iktidara geldiğinde olması muhtemel bütün kötülüklerin bugün fazlasıyla varlığından” habersizler; görmek, duymak, bilmek ve inanmak istemiyorlar. Köşeye sıkışınca da kendilerince her şeye kılıf uyduruyorlar.

İKİ PARTİLİ SİSTEM

2018 Anayasası ile artık Türkiye’de siyaset iki bloktan oluşmak zorunda. Çünkü çok partili hayat, biraz daha özgürlük ve farklı seslerden oluşuyordu. Her dediklerini kabul ettiremiyorlardı. Ama iki partili sistem; dış güçler açışından çok daha elverişli ve kullanışlı. Ya yazı gelecek ya tura!

Bu nedenle bugün siyasette tek başına değil, iki bloktan birinde olmak zorundasınız. Sistemi bu hale getirenler utansın. Buna alet olanlar; Türkiye'nin kalkınacağını, coşacağını hatta süper güç olacağını, dünyanın bilmem kaçıncı en büyüğü olacağını söyleyip halkı avutanlar ve bu sisteme mahkûm edenler utansın.

Muhafazakâr seçmen, ideolojik yaklaşım ve kazanımlar üzerinden siyasete yaklaşıyor. Ekonomi, hukuk, eğitim, dış politika ve sosyal alanlardaki büyük fiyasko ve başarısızlıkları görmek istemiyor görmezden geliyor. Çünkü “ne olursa olsun bizden olsun” gibi anlamsız bir saplantı içindeler. Herkesin malumu ki ülkede büyük bir enkaz var. Bu enkazı mevcut hükümet ortadan kaldırabilecek olsaydı bu durumda olmazdık. Bu enkaz elbirliğiyle kaldırılmalı ve tek kişiye emanet edildiğinde ülkenin ne hale geldiğini yaşayarak gördük.

Nitekim son dönemin en önemli sınavı depremdi. Devletin asli görevi vatandaşın güvenliğini sağlamak ve onu korumakken bu görev yerine getirilemedi. Ancak 72 saat sonra müdahale edilebildi. Bunu da helallik isteyerek kapatmaya çalışıyorlar. Aynı şeyi başka bir iktidar yapsaydı ne olurdu?

Saplantıları bırakıp şu gerçeği itiraf etmeli ki; “Sorunların çözümü; ancak içinde Saadet’in bulunduğu konsensüs ve ortak akılla mümkündür!”

Doç. Dr. Necmettin Çalışkan 16.03.23