Geleneksel tüm İslami kitaplar, hatta kuran ve hadisler. Allahın gözünde insanın değerli olabilmesi için, temel içgüdü ve dürtüleri ile savaşmayı önermiştir. Tasavvuf eserlerinde nefis ile savaş büyük cihad görülmüş, nefsi dizginleyebilmek için oruç, az yeme tarzı formüller geliştirilmiştir. Antik Yunanda Eflatun ruhun özelliklerini açıklarken, akıl, şehvet, gazap kuvvetlerini fark edip ilk yazılı aktaran bilge olmuştur. İslam ahlak bilimcileri bu ayrımı kabul edip kullanmışlardır. Freud bizlere insanın ıd denilen arzulardan oluşan bir benliği olduğunu, süper egonun bunu dizginlemeye çalıştığını ve sentezinden egonun oluştuğunu anlattı. aslında bilimin gerçek verilerinden önce felsefi olarak açıklanan son kurgu da budur. Modern ve kanıta dayalı bilim bize beynin evrimsel süreçte orta tabakasının ,limbik sisteminin yüzlerce milyon yıllık hayvanlar ile ortak bir serüveni olduğunu gösteriyor. Limbik sistem cinsel dürtülerimiz, korkularımız, arzularımız, üzüntülerimiz, duygularımızın şekillendiği beyin bölgesi. Milyonlarca yıllık evrimsel bir kalitesi olan bu alan bizleri hayatta kalmak ve türün devamını garanti etmek için neredeyse otomatik duygular üreten bir yapıya sahip. Bunun içindir ki bir yemek gördüğümüzde duyduğumuz iştah, karşı cinsten bir insan ile karşılaştığımızda vücudumuzdaki ve cinsel duygularımızdaki önlenemez değişim, hayatımız tehlikeye girdiğinde öfkemizdeki artış bizi esir alır. Vahşi doğada milyonlarca yıl var olmamıza, yolumuzu bulmamıza yarayan bu özellikler. Homo sapiensin, tarımı bulup ,hayvanları evcilleştirmesi ile şehir kurmayı başarmasından sonra , toplumsal hayat için soruna dönüşmüştür. Sınırsız ve kontrolsüz yemek, cinsellik, yabancı olan herkese düşmanlık toplumsal hayatta soruna dönüşmüştür. bu durum,şehir hayatının faydalarını korteksi ile deneyimleyen insan türünde stres ve gerginliğe yol açmış görünüyor. Sınırsız ve kontrolsüz cinsellik türün devamı için elzem iken, toplum hayatında komşu ve arkadaş ilişkilerinde bir soruna dönmüştür. Yabancılara korku ve öfke milyonlarca yıl bizi korumuş ve gözetmiş iken, toplum hayatında bizi sosyal bünye için zararlı bir mahluka çevirecektir. Bunların gerçekte ne olduğu bilinmeyen çağlarda dinler oluşur iken sanki şeytani yönlerimiz imiş gibi resmedilmiş ve bize şeytanın bunları yaptırdığı düşünülmüş görünüyor. Yeni bir varoluş hikayesi ve din psikolojisi oluşturacak isek. Milyonlarca yıl türümüz için gerekli olmuş bu duyguları ,toplum faydası için dizginlemek zorunda kaldığımızı düşünmekten başlamak iyi olacaktır. Bu sayede, milyon yıllık tecrübesi ve faydası olan duyguları öldürmek ve yok etmek için çaba harcayan dindarların psikolojilerinde, doğaları ile savaşın sonucu nevrotik bulgular çıkmasını da bir şekilde önlemiş oluruz belki. Kendi doğamızı tanımak ve onun ile barışık yaşamanın psikolojisini üretmeliyiz. Cinselliği, öfkeyi, yemeği, korkuyu hissetmenin ayıp, kötü ve şeytani bir yanı yok. Çok eski atalarımızın bize mirası. Kötü olan korteksi kullanmayıp , bunların esareti ile toplumu bozucu eylemler üretmektir. Yoksa bunları hissetmek insan olmanın tam da gereğidir. Dini mitolojik karakterden kurtarıp, bilimin temelinde sağlam bir felsefi kurguya kavuşturmamız gerekiyor. Yoksa koca İslam medeniyetinin insan, tabiat, evren ve en önemlisi Allah hakkında söyleyeceği şeyler kalmayacak gibi görünüyor. Ahmet Bulut