Nimetleri istiğfar ile talep edin! İstiğfar, hem günahların affını hem de Allah’ın rahmetini talep etmek demektir. Çünkü Allah, yaptığı hatalardan pişman olan ve nereye yönelip af dilemesi gerektiğini bilen kullarına rahmet, bereket ve mağfiret kapılarını sonuna kadar açar. İstiğfar her nimetin anahtardır: Birisi Hasan-ı Basri’ye kuraklıktan şikâyet etti. Ona, “Allah’tan mağfiret dile” dedi. Bir diğeri ona fakirlikten şikâyet etti, ona da, “Allah’tan mağfiret dile” dedi. Bir başka kişi ona, “Allah’a dua et de bana bir oğul ihsan etsin” dedi, ona da, “Allah’tan mağfiret dile” dedi. Bir başkası bahçesindeki kuraklıktan ona şikâyet etti, ona da, “Allah’tan mağfiret dile” dedi. Etrafındakiler neden her gelene istiğfarı tavsiye ediyorsun diye sorduklarında: Ben kendiliğimden bir şey söylemedim, çünkü yüce Allah Nuh Sûresi’nde: “Rabbinizden bağışlanma dileyin/istiğfar edin çünkü O çok bağışlayıcıdır. (İstiğfar edin ki) Üzerinize gökten sağanak (bol miktarda yağmur/rahmet/bereket) yağdırsın. (İstiğfar edin ki) Sizi mallar ve oğullarla güçlendirsin. (İstiğfar edin ki) Size bağlar, bahçeler, ırmaklar versin” (Nuh, 10-12) diye buyurmaktadır der. İstiğfar her sıkıntı ve üzüntülerden kurtuluşun anahtarıdır: Bela ve musibetler karşısında yıkılmamanın, üzüntü ve kederler karşısında ezilmemenin ve sürekli Allah’ın yardımını talep etmenin en etkili yolu istiğfardır. Çünkü Efendimiz (s.a.s.) buyuruyor ki: “Bir kimse istiğfarı dilinden düşürmezse, Allah ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona hiç beklemediği yerden rızk verir.” (EbûDâvûd) İstiğfar bela ve musibetlere karşı kalkandır: Efendimiz (s.a.s.) döneminde, Araplardan çokça günah işleyen birisi vardı. Efendimiz (s.a.s.) vefat edince, günahları terk etti ve tevbe ve istiğfara yöneldi. Dine bağlılığını ve ibadete yöneldiğini dışa vurmaya başladı. Ona: “Eğer Peygamber (s.a.s.) hayatta iken sen bu şekilde yapmış olsaydın, o senin bu durumuna sevinirdi denilince” şu cevabı verdi: Benim gazaba uğramamam için iki emanım var idi. Onlardan birisi gitti, diğeri kaldı. Onlardan ilki Efendimizdi (s.a.s.) Çünkü Rabbimiz: “Allah sen onların içlerinde iken Allah onlara azap edecek değildir” diye buyuruyordu. Yani Efendimizin aramızda olması bizi azaptan koruyordu. Ancak o gitti. Şimdi bizi azaptan koruyacak şey istiğfardır. Çünkü Rabbimiz aynı ayetin devamında buyuruyor ki: “Onlar İstiğfar edip dururken de Allah onları azaplandıracak değildir”(Enfa, 33) (Kurtubi, ilgili ayetin tefsiri). İstiğfar umudu korumaktır: İstiğfara devam edeni şeytan asla umutsuzluk çukuruna atamaz. Çünkü istiğfar olduğu müddetçe her günah için bir dönüş ve bir tevbe kapısı vardır demektir. Çünkü Efendimiz (s.a.s.) buyuruyor ki: “Her kim, ‘estağfirullâh’ellezî lâ ilâhe illâ hû, el-Hayye’l-Kayyûme ve etûbüileyh: Kendisinden başka ilâh bulunmayan, ebedî hayatla daima diri olan, her şeyin varlığı kendisine bağlı olup kâinatı yöneten Allah’tan beni bağışlamasını diler ve günahlarıma tövbe ederim’ diye yalvarırsa, savaştan kaçmış bile olsa (yani büyük bir günah bile işlemiş olsa), günahları bağışlanır.” (EbûDâvûd) Her Müslüman’ın günlük okuması gereken istiğfar ve dua: Efendimiz (s.a.s.) buyurdu ki: “Her kim, bu seyyidü’l-istiğfârı sevabına ve faziletine bütün kalbiyle inanarak gündüz okur da o gün akşam olmadan ölürse cennetlik olur. Yine her kim, sevabına ve faziletine gönülden inanarak gece okur da sabah olmadan ölürse cennetlik olur.” (Buhârî) “İstiğfârın en üstünü kulun şöyle demesidir: Allâhümmeenterabbî, lâ ilâhe illâ ente, halaktenî ve ene ‘abdüke, ve ene ‘alâ ‘ahdike ve va‘dikem’esteta‘tü. Eûzübikemin şerri mâsana‘tü, ebûü leke bi-ni‘metike ‘aleyye, ve ebûübi-zenbî, fağfirlî fe-innehû lâ yağfirü’z-zünûbe illâ ente: Allahım! Sen benim Rabbimsin. İbadete lâyık senden başka tanrı yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin kulunum. Ezelde sana verdiğim sözümde ve vaadimde hâlâ gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden sana sığınırım. Bana lutfettiğin nimetleri yüce huzurunda minnetle anar, günahımı itiraf ederim. Beni affet; şüphe yok ki günahları senden başka affedecek yoktur.” Abdülaziz KIRANŞAL