AYAKLI KÜTÜPHANE; NİHAD FERAH

AYAKLI KÜTÜPHANE; NİHAD FERAH

“Yanına yakın olma, câhilin, edepsizin Olgun insan olmada ölçünüz edep sizin” Nihad FERAH

Kilis’e tayin olup geleli 12 sene olmuş. Türkiye’mizin pek çok bölgesinde ve vilayetinde değişik sebeplerle bulunmama rağmen Kilis’e daha önce hiç gelmemiştim. Anadolu’nun güneyinde Suriye sınırında bulunan ve coğrafî konumu itibariyle kimilerine göre çıkmaz sokak sayılan bu küçük vilayet, benim gözümde, ilim ehli, irfan sahibi, basireti ve feraseti açık, kaliteli insanlarını tanımakla kendimi bahtiyar addettiğim derin bir anlam taşır.

Bizim Kilis’te geçen yıllarımız da hâliyle Nihat Hocamın ömrünün son demlerine tesadüf ediyor. Nihad Hocamı önce gıyaben sonra yakinen tanımama, sohbet halkasına girerek talebesi olmama vesile olan Mahmut KAÇARLAR, Fikret OĞUZTÜRK ve İbrahim Halil DEMİRCİOĞLU Ağabeylerime şükran borçlu olduğumu belirtmek isterim.

Derdi olan, davası olan, sevdası olan, öfkesi olan, nefreti olan inanmış bir adamdı. Derdi İslam, davası Kur’an, sevdası Güçlü Büyük Türkiye idi. Bütün nefreti ve öfkesi ise millî ve manevî değerlere düşman olan, bu necip milleti bu topraklarda yaşadığına yaşayacağına pişman ederek hayat hakkı tanımayan şahıslara ve zümrelere yönelikti.

Âlim, ârif, tarihçi, edip, şâir, filozof olarak ilmî derinliğine hayran kaldığım, geç bulduğum, güç bulduğum, dolayısıyla ilminden ve irfanından yeterince istifade edemediğim, onlarca profesörlere taş çıkartacak mütebahhir bu zâtın yerelde Kilis, genelde Türkiye tarafından tanınmaması, bilenlerin de “Deli Nihad” olarak sathî bir şekilde bilmesi bu toplumun ayrı bir kusuru. Şayet Ankara, İstanbul, Gaziantep gibi büyük şehirlerin birinde yaşamış olsaydı Tüm Türk Dünyasının tanıdığı, hürmet ve istifade ettiği bir münevver olması kaçınılmaz bir gerçekti.

Mehmet Akif ERSOY ve Safahat denilince aklıma ilk gelen Nihad Hocamdır. Yurt içi ve yurt dışında gittiğim yerlerde verdiğim konferanslarda mütemadiyen vurguladığım husus; Hayatı, mefkûresi, adanmışlığı, davası, ahlâkı ve karakteristik özellikleriyle, Onun Mehmet Akif’in hakiki yol evladı olduğudur. Safahat hâfızıydı, lâkin Safahat’ı ezbere bildiği gibi, hangi şiirin nerede, hangi olay üzerine, günün hangi vaktinde yazıldığını mânâ derinlikleriyle beraber bilecek kadar Safahat’a vâkıftı. Tam anlamıyla o bir ASIMdı. Ayrıca binlerce şiir ve yüzlerce biyografiyle dolu sağlam bir hafızaya sahip olduğu gerçekten mûcib-i hayret bir durumdu.

Büyük dava adamlarının acısı da, çilesi de, ödediği bedeller de büyüktür. Böylesi insanlar için müreffeh bir hayat ihtimali de olamaz. İlmî ve edebî yönünü, adanmış bir dava adamlığı özelliklerini, karakter yapısını, sevdasını, öfkesini, darbeci ve cuntacılara karşı isyanı, bunların ardından ödediği bedelleri bu makaleye sığdırmak mümkün olmadığı gibi, her bir hususun ayrı bir sempozyum konusu olarak ele alınması gerektiği kanaatindeyim.

Kısa ve öz olarak şunu söylemekle iktifa edelim: Ömrünün her aşamasında, eliyle, diliyle, kalemiyle ve gönlüyle zalimlerin karşısında Hz. Hüseyin gibi dik duruşunu hep muhafaza etmiş, sonunu hiç düşünmeden tepkisini, itirazını ve isyanını bizzat göstermiştir. Ömrü vefa etse 15 Temmuz hain işgal teşebbüsünü görseydi, yürekten inanıyorum ki, sağına soluna bakmadan darbeci eşkıyaya karşı meydanlara ilk çıkan, tankların önüne ilk atlayan merhum Hocamız olurdu.

2 Nisan 2016 günü vefat ettiğinde, Hocamızı son yolculuğuna uğurlamak üzere Kesik Minare Camiine gelen az sayıda nitelikli bir topluluk vardı. Öğlen namazı öncesi cami avlusunda tabutunun başında beklerken Prof. Dr. Osman TÜRER Hocam yanıma yaklaşarak “Cenaze sahibi kim, taziyemizi kime sunacağız” diye sorunca, içim kan ağlayarak “Aynı Mehmet Akif Üstadımızın cenazesi gibi, buradaki herkes cenaze sahibidir Hocam”  diye cevapladım. Zira dünya yıkılmış, ben de kocaman bir enkazın altında kalmış gibiydim.

Onu kucaklayan vatan toprağını gerçekten kıskanıyorum. O tam anlamıyla Müslüman bir yiğitti, garip geldi, garip gitti. Makamı cennet olsun. Rabbim bizlere sonsuzluk yurdunda tekrar mülâki olmayı nasip etsin.

Gazi Hüseyin KILBAŞ