Avrupa Komisyonu’nun her yıl düzenli olarak yayınladığı raporlara bazen şifreli olarak yerleştirilen, bazen de açıkça dile getirilen ifadeler aslında birçok konuda fotoğrafın net olarak görülmesini sağlıyor. Türkiye’yi sürekli sınırlandırmayı hedeflemesi, bütün adımlarının negatif ayrımcılığa tabi tutularak takip edilmesi, “Demokles’in Kılıcı”nın her zaman sallandırılması bu raporların ana özelliği oluyor. Son raporda yine aynı izleri görmek mümkün. Raporun doğrudan veya dolaylı atıf yaptığı değişmez gündem Türkiye- Yunanistan ilişkileridir. Komisyon 2023 yılı başına kadar ilişkilerin düşmanca sürdüğünü, Yunan hava sahasının Türkiye tarafından sıkı sık ihlal edildiğini, Yunan adalarının egemenliğinin tehditlerle karşı karşıya kaldığını iddia ediyor. Aynı rapor mesela başta Lozan olmak üzere diğer anlaşmalara göre silahsız olması gereken adaların Yunanistan tarafından neden silahlandırıldığı sorusunun cevabını aramıyor. Veya AB’ye üye olması beklenen bir ülkenin komşularıyla sınır ihtilafı bulunmaması şartına rağmen, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) neden üye yapıldığına dair bir kanaat ortaya koymuyor. Ayrıca kıta sahanlığı ve deniz yetki alanlarının belirlenmesinde Yunanistan’ın pervasız bir şekilde Türkiye’yi hareketsiz bırakmayı hedefleyen taleplerinin gerekçelerini sorgulamıyor. Bununla birlikte 6 Şubat günü yaşanan Kahramanmaraş merkezli depremin ardından iki devlet arasındaki ilişkilerin yumuşama gösterdiğini söylerken, Kıbrıs’ın Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de AB ile olan en büyük anlaşmazlık unsuru olduğunu ileri sürüyor. Hali hazırda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) yok sayarak onlara göre Kıbrıs Cumhuriyeti olan yeni üyeyi tanımamanın iş birliğine zarar verdiğini söylüyor. Yani ‘2004 Annan Referandumu’nda sizi tuzağa düşürdük, şimdi tam anlamıyla teslim olun’ demek istiyorlar. Diğer taraftan raporda 7 Ekim sonrası Gazze’deki gelişmelere de atıf var. Türkiye’nin HAMAS tarafından gerçekleştirilen Aksa Tufanı operasyonunu kınamamasından yola çıkarak, bu tavrın AB ile uyumsuzluk oluşturduğunu iddia ediyorlar. Zaten bu konuda birkaç istisna hariç bütün Batı ülke yönetimlerinin ağız birliği etmişçesine ortaya koydukları yaklaşım içinde bulunduğumuz insanlık krizinin ne boyutlara ulaştığının çok açık bir delilidir. İnsanlığa çare olarak sunulan Batılı değerler aslında, bencilliğin, çifte standardın, adaletsizliklerin, hukuksuzluk ve caniliklerin Gazze’de bir film platosu gibi bütün dünyaya gösterildiği bu ortam insanlık adına bir varoluş krizidir. Kendi çıkarlarını her şeyin önünde tutan ve katledilen Gazzeli çocukların öldürülmesini İsrail’in kendini savunma hakkı olarak tanımlayan bu ülkeler, asıl enkaz altında kalanların kendileri olduğunu hiç görmek istemiyorlar. Ancak gelişmeler gösteriyor ki bunu görmeleri için çok uzun süre beklemelerine gerek kalmayacak. AB raporda bir tek konuda iş birliğine atıf yapmış, o da göç ve kolluk kuvvetleri arasındaki iş birliğinin geliştirilmesi. Yani Türkiye sığınmacılar için toplama kampı olmayı sürdürmeli, biz de gereken desteği (?) sağlayalım mesajı veriyorlar. Ayrıca raporda Türkiye'nin AB üyelik süreci "kırılgan olmaya devam ediyor” denilmiş. Ancak hal böyleyken "Türkiye-AB arasında ticaret hacminin rekor kırarak 200 milyar dolara ulaştığı” vurgulanmış. Bir de Türkiye’de sorunun farkında olanlar, ülkenin Gümrük Birliği’nden uğradığı zararları gidermek adına mutlaka güncellenmesi gerektiğini uzun zamandır dile getiriyorlar. Onlar ise Türkiye’nin kuralları her AB üyesine eşit uygulamadığını ileri sürerek kendileri açısından güncelleme ve Gümrük Birliği’ndeki hakların her AB üyesine uygulanması talebini rapora dahil etmişler. Yani Avrupa Komisyonu siyasi olarak Türkiye’yi sürekli hizaya çeken, olabildiği ölçüde sorunlu bölgelere eklemlemeye çalışan, ancak ekonomik açıdan da sömürülmeye devam edilmesi gereken bir ülke olarak görmeye devam ediyor. Bu rapordan çıkaracağımız tek sonuç “batı yakasında değişen bir şeyin olmadığıdır.” Mustafa Kaya