Siyaset bilimi, sosyoloji derslerinde, siyasi analizlerde ve tartışma programlarında ünlü bir tanım vardır; “Demokrasilerde iktidarlar halka hesap verirler, çünkü güçlerini halktan alırlar. Otoriter yönetimler ise halkın fikirlerini önemsemezler.” Amerika Birleşik Devletleri (ABD) özelinde kısmi sorunların varlığı bilinse de genel hatlarıyla bu tanımlama “Amerikan Demokrasisini” tarif ederken kullanılırdı. Bu kavram çoğu çevrelerin zihin dünyasında hayranlığa varan bir yaklaşımla değerlendirilirdi. 7 Ekim'de Orta Doğu’da başlayan süreç başlı başına büyük bir olay olduğu gibi birçok teorik ve pratik sorgulamaları da beraberinde getirdi. ABD üniversitelerinde başlayan hareketlilik ve Filistin yanlısı gösteriler de bu sorgulamaların uç vermiş hali gibi görünüyor. Ezcümle dünya demokrasi ve özgürlük endeksinde her zaman üst sıralarda yer alan ve dünyaya "demokrasi" ihraç eden ABD her zaman liberal değerlerin kalesi olarak kabul ediliyor, referans noktası olduğu tartışmasız bir şekilde ortaya konuyordu. İngiliz sömürgeciliğine karşı bir başkaldırı ideali olarak ortaya çıkan ABD, köleliği resmen kaldırma, Bağımsızlık Bildirgesi, güçler ayrılığını tatbik etme gibi tarihe damga vuran olay ve kararlarla kendisini özgürlüğün bekçisi olarak gösteriyordu. Üstelik ABD'de de elde edilen özgürlükler her zaman yasalarla gelmemişti. Cumhuriyeti kuranlar İngiliz güçleriyle, özgürlük yanlısı kuzeyliler, toprak sahibi güneylilerle savaşmıştı. Her ne kadar kâğıt üzerinde "özgür" olsalar da beyazlarla aynı okullara gidemeyen, aynı mahallede yaşayamayan, hatta aynı toplu ulaşım araçlarını kullanamayan Siyahilerin karşı karşıya kaldığı baskı ve zulümler daha çok yakın zamanda, 20. Yüzyılda yaşanmıştı. Siyahların yaşadığı zulümlere karşı çıkan sembol isimler ABD tarihine isimlerini altın harflerle yazdırmıştı. Hac farizasını yerine getirdikten sonra İslam’ın eşitlik ve özgürlük mesajını doğrudan hisseden, bu mesajı başta Amerika ve bütün dünyaya duyuran Malcolm X (El-Hacc Mâlik eş-Şabâz), merhum efsanevi boksör Muhammed Ali Clay ve siyahların uğradığı ayrımcılığa karşı çıkan, bu uğurda yaptıklarıyla Nobel Barış Ödülü alan Martin Luther King gibi isimlerin verdiği mücadeleyle Siyahiler yeteri kadar olmasa da kısmi olarak özgürlüklerini elde etmişlerdi. Bu kadar badire atlatmasına rağmen 2. Dünya Savaşı ABD'yi bambaşka bir noktaya taşımıştı. Avrupa bu savaşla baştan aşağı tahrip olurken ABD'ye tek bir mermi bile düşmemişti. Coğrafi konumu ile elde ettiği avantajı ABD'yi yeni bir finans merkezi yapmış ve 1944 yılında Amerikan dolarını dünyada küresel para birimi (rezerv para) olarak kabul ettiren Bretton Woods anlaşmasıyla bu üstünlük durumu fiili olarak pekişmişti. Yukarıda da belirttiğim gibi Amerika kıtasının Avrupa'dan okyanusla ayrılması, Nazilerin ulaşamayacağı kadar uzak olması 2. Dünya Savaşı boyunca hatta öncesinde ve sonrasında farklı milletlerden ABD’ye olan akınları hızlandırmıştı. Gelenler arasında Nazi soykırımından kaçan Yahudiler de vardı. Hem Yahudiler, hem de Holokost'un varlığından haberdar olan diğer insanlar çok korkunç hikâyeler anlatıyor, toplu katliamlardan, işkence kamplarından, gaz odalarından bahsediyorlardı. Savaşın sonuna doğru gerçekler tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. Naziler, yüzbinlerce Yahudi'yi, Roman'ı ve Avrupa'da bulunan siyahîleri toplama kamplarında katletmişlerdi. Başta ABD başta olmak üzere Batı toplumları, yöneticilerin bildiği sırrın ortaya çıkmasından derin bir üzüntü duyuyordu. İşte tam da bu dönemde İsrail Yahudi Ajansı bu trajik olayı bir "fırsata" çevirme kararı aldı. Avrupa Yahudilerinin çektiği acıları kullanmaya başladı. İşte Adolf Hitler’in Yahudilere karşı uyguladığı Soykırımı fırsata çevirip Filistin topraklarında İsrail’i kurduran Siyonizm, daha sonrasında o topraklarda kalıcı olmasını temin etmek için sinemayı, yazılı-görsel basını, kültürel sahayı kullanmaya başladı. Siyonist lobilerin faaliyeti sonucu İsrail, ilk günden itibaren ABD'nin Ortadoğu "karakolu" oldu. Sermayenin gücüyle Holokost romanları basıldı, manşetler atıldı, filimler çekildi, müzeler oluşturuldu ve adeta bir sektör kuruldu. Amerikan yönetimi içeride özgürlük naraları atarken dışarıda Siyonist teröre destek veriyordu. Toplumun bunu fark etmemesi içinde "kültürel faaliyetler" hiç durmadı. Her on yılda bir yeni filmler vizyona sokuldu. Hatta "Schindler'in Listesi", "Piyanist", "Hayat Güzeldir", "Çizgili Pijamalı Çocuk" gibi filmler tüm dünyada popüler hale geldi. On milyonlarca izleyici tarafından takip edildi. İşte bu artık bambaşka bir boyuttu. İsrail ve ABD tüm vahşeti acılar üzerinden kapatıyordu. Kendisi de bir Yahudi olan ve Siyonizm'e karşı verdiği mücadele ile ön planda olan Norman G. Finkelstein'in tanımıyla "Holokost Endüstrisi" kuruldu (daha detaylı bilgi almak için değerli okuyucularımız aynı isimli kitabı okuyabilir). Siyonizm; finans, film sektörü, medya organları, lobi şirketleri ile ahtapot gibi dünyayı sardı. Her ne kadar vicdan sahibi fertler ellerinde geldiği kadar bu kurguyu anlatmaya çalışsa da bu devasa organizasyon karşısında hedeflenen başarı elde edilemedi. İşte tüm bu tezgâh 7 Ekim'le birlikte çöktü. 70 yıldır aynı katliamları yapan ve bunları ustaca örtbas eden İsrail'in bukez maskesi düştü. Bugün Amerika ve Avrupa üniversiteleri, sokaklar, caddeler ve meydanlar "Katil İsrail", "Özgür Filistin" sloganları ile inliyor. Öğrencilere yapılan sert polis müdahaleleri, tehditler hatta ABD Temsilciler Meclisi'nin "İsrail'e karşı protesto yapmak antisemitizm suçuna girer" gibi tamamen politik bir şekilde çıkardığı kararda bir işe yaramıyor. Aktivistler, insan hakları savunucuları, yazarlar, çizerler, kanaat önderleri, akademisyenler 40 bin kişinin katledildiği bu soykırımın bir an önce durdurulmasını talep ediyor. Artık Gazze Kasabı olarak tarihe geçen İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'ya destek olan ikiyüzlü liderlerin hesap vermesini talep ediyor. Dünya halkları Siyonizm ahtapotunun kollarını keserek narkozdan uyanmaya başladı: Trilyon dolarlık medya organlarının, güdümlü çevrelerin yaydığı yalanlar, Filistinli bir mazlumun feryadı karşısında eriyip gidiyor. ABD üniversitelerindeki her eylem, her protesto ABD ve benzeri batılı ülke yönetimlerinin İsrail ile siyasi, askeri ilişkilerini mutlaka sorgulatacaktır. İnsanlık vicdanı harekete geçti. Siyonizm’in bütün dünya için bir tehdit olduğu artık daha çok dillendiriliyor. Irkçı emperyalizm kaybedecek, mazlumlar kazanacak. Buradan dönüş yok. Mustafa Kaya