<div>“Açık Balkan-Open Balkan” Girişimi ve Bölgesel Barış</div> <div>Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hafta içinde Bosna Hersek, Sırbistan ve Hırvatistan’a Balkan turu programı çerçevesinde bir ziyaret gerçekleştirdi. İşin uzmanları dışındaki toplumsal kesimlerin aklında bu ziyaretten kalan en önemli şey, hem Bosna Hersek’e hem de Sırbistan’a kimlik kartları ile seyahat edilebileceği oldu. Sırbistan ile Kosova arasında savaşın eşiğine gelen krizin ardından böyle bir ziyaretin yapılmış olmasının birçok açıdan önemi vardı. Gerek basın açıklamalarında dile getirilenler, gerekse de basına kapalı bölümlerden sızan kimi bilgiler daha uzun süre bu ziyaretin tartışılacağını göstermektedir.</div> <div>Bosna Hersek denilince akıllara ilk gelen şey, 20. yüzyılın son yıllarında Boşnaklara karşı Sırplar tarafından uygulanan soykırımdır. Türkiye kamuoyunun Bosna Hersek hassasiyetini tekrar tekrar anlatmaya gerek yok. 1995 yılında Dayton Anlaşması ile birlikte mevcut statüko kuruldu ve o günden beri zaman zaman krizler çıksa da en azından barış şimdilik sağlanmış durumda. Şimdilik diyorum çünkü bütün riskler henüz ortadan kalkmış değil. Her ne kadar bu anlaşma barışı tesis etmiş olsa da Fransızların Lübnan’da, Amerikalıların Irak’ta yaptığı gibi etnik kimlikler üzerinden kurgulanan yönetim modeli Bosna Hersek’in önündeki en büyük handikap olarak yerini korumaya devam etmektedir. Bu model ülkede ne doğru düzgün gelecek planlamasına imkân tanımakta, ne de mevcut sıkıntıların aşılması için gerekli fırsatları tanımaktadır.</div> <div>Kamuoyunun da yakından takip ettiği gibi bölgede “Açık Balkan-Open Balkan” denilen bir oluşum var. Kısaca “Mini Schengen Bölgesi” diye de anılıyor. Her bu tür oluşumda olduğu gibi ana amaç, üye ülkelerin kendi aralarındaki ticareti daha kolay hale getirme hedefi var. Bürokratik engelleri ortadan kaldırarak ithalatların, ihracatın daha hızlı yapılması arzulanıyor. Sadece malların değil, işgücünün de serbest dolaşımını içeren bu girişim, bir süre sonra sınırların da şimdiki gibi sert tanımlar üzerinden belirlenmesini ortadan kaldıracak. Çünkü konulan hedefe göre 2023 yılında sınır kontrollerine son verilecek.</div> <div>“Open Balkan” girişiminin hedef kitlesi 6 ülkeden oluşuyor. Bugün itibariyle bu oluşuma imza koyan devletler Sırbistan, Arnavutluk ve Kuzey Makedonya. Karadağ, Kosova ve Bosna-Hersek ise kendi içlerinde anlaşılabilecek çekincelerinden dolayı oluşuma katılmadılar. Arnavutluk imza koymuş olsa da içeride muhalefetin önemli endişeleri halen devam ediyor. Yapılan kamuoyu araştırmaları bu endişelere Arnavutluk halkının da önemli ölçüde katıldığını gösteriyor.</div> <div>Peki, bu girişimden bütün imzacı ülkeler eşit anlamda istifade edebilecek mi? Yani herkesin ticari, siyasi anlamda bir kazanımı söz konusu olacak mı? İşte bu konuda kimi değerlendirmeler var ki, bunlar gerçekten dikkatle incelenmeli. “Büyük balık, küçük balığı yutar” diye günlük kullanımda sık sık başvurmak durumunda kaldığımız atasözü, girişim ile ilgili endişeleri anlamaya önemli bir katkı sunabilir. Çünkü Sırbistan bölgedeki en güçlü ekonomi ve bu oluşum en fazla Sırbistan’ın işine yarayacak gibi görünüyor. Bölgede Sırbistan’ı dışarıda bırakan bir anlayışın da barışın tesisi konusunda engel teşkil edeceği çok açık. Ancak bu zamana kadar ödenen bedellerin ardından Sırbistan’a açılan bu alan, ileride her şeyiyle daha güçlenen bir Sırbistan’ın barışı tehdit etmesine destek anlamına gelmez mi? Sırbistan’ı Batı Balkanların merkezine oturtan diğerlerini ikincil ve Sırbistan’a doğrudan bağımlı hale getiren bu oluşum, bütün boyutlarıyla masaya yatırıldı mı acaba? İşgücünün serbest dolaşımından bahsetmiştik. Bosna Hersek’in yönetim modelinin olumsuzluklarını ifade etmiştik. Ayrıca Arnavutluk ekonomisinin de Sırbistan ile kıyaslandığında daha küçük olduğu düşünülürse bu durumda Boşnakların ve Arnavutların “ucuz işgücü” ile istismar edilmesinin önü açılmış olmayacak mı?</div> <div>Türkiye bu mutabakatı destekliyor. İşin ilginç tarafı Amerika Birleşik Devletleri ( ABD), Rusya, Avrupa Birliği de (AB) destekliyor. Eski ABD Başkanı Donald Trump karşısında elçiliklerin Kudüs’e taşınması sürecinde, bir oldubitti ile karşılaştığı düşünülen Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuciç’in desteklenmesinin arkasında bu yaşananlar var mıdır bilinmez ancak ABD’nin “Açık Balkan-Open Balkan” girişiminin neden arkasında durduğu ile ilgili net bir çıkarımda bulunmak zor. AB’nin yanı başındaki Balkan coğrafyasında yaşanan olumsuzluklardan etkilenmek istemeyeceği ve o yüzden istikrar için desteklediği düşünülebilir. Rusya’nın ise Sırbistan’ın güçlenmesi ancak cana minnet tarzında değerlendirilebilecek bir sonuçtur. Türkiye’nin burada menfaati tam olarak nedir, işte burada bazı soru işaretleri var. Şayet kamuoyunun bilmediği şekliyle Bosna Hersek’in yutulmasının önünde engeller planlandıysa ayrı, ancak görünen manzara bu oluşumun her haliyle Sırbistan’a artı yazacağıdır. Rusya’nın öteden beri “Panslavizm” hedeflerine hizmet edeceğine dair net işaretler varken böyle bir proje, Türkiye’nin bölgesel menfaatlerine hizmet eder mi sorusuna doğru cevaplar mutlaka aranmalıdır. Türkiye burada oyun kurucu mudur, yoksa kurulan oyunda bir taraf mıdır? Kanaatimce Türkiye önce işin ne tarafında olduğuna karar vermelidir.</div> <div>“Açık Balkan” girişimine öyle çok büyük anlamlar yüklemek de hayatın olağan akışına aykırıdır. Oluşumu “Küçük AB” gibi görmek, girişimi haddinden fazla büyütmek ve kimi endişeleri örtme çabasına da dönüşebilir.</div> <div>Türkiye, Rusya- Ukrayna krizinin artçı etkileri üzerinden Balkanlara bakarsa yanlış yapmış olur. Önemli olan elbette Sırbistan ile de konuşmaktır ancak bu iletişim Boşnakların, Arnavutların, bölgede yaşayan Türklerin kendilerini Sırplara tercih edildiklerine dair bir anlayışa sürüklememelidir. Balkanlarda barışın ne denli önemli olduğunu Bosna’da yaşanan soykırım herkese göstermiştir. Herkesin güvende olduğu Balkanlar, herkesin söz sahibi olmasından geçer.</div> <div>Not: Bölge ile ilgili araştırmalarından, yazılarından istifade ettiğim değerli Sinan Baykent Bey’e teşekkür ederim.</div> <div>Mustafa KAYA</div>