VAHDET HAFTASI; İSLAM BİRLİĞİ ÖNÜNDEKİ ENGELLER
- 20-10-2022 16:17
- 1496
VAHDET HAFTASI; İSLAM BİRLİĞİ ÖNÜNDEKİ ENGELLER
İçinde bulunduğumuz hafta Mevlidi Nebi ve Vahdet haftası olarak idrak ediliyor. Mescidi Aksa'nın, Kudüs'ün ve Gazze'nin işgal altında olmasının en büyük nedeni Müslümanların kendi aralarında vahdeti gerçekleştirememiş olmalarıdır. Maalesef Müslümanlar arasındaki cüzi ihtilaflar külli sorun haline getirildi. Bir olmamızı sağlayan birçok ortak noktanın bulunmasına rağmen bir olamayıp ayrıştık. Ümmet paramparça, İslam coğrafyasında kan ve gözyaşı hâkim.
Vahdet, Müslümanlar için özel öneme haiz bir kelimedir, ümmetin birliğidir. Düşmana karşı tek yürek olup, güçlü olmaktır. Yeryüzündeki Müslümanların tek çatı altında toplanması, birlikte hareket etmesi, onları buluşturan bir yapının olmasıdır. Bu konuda birlikteliği sağlamak üzere gayret eden, çaba sarf eden herkes şükran duyguları ile hüsnü kabul görmektedir.
Birliği gerçekleştirmek için her şeyden önce bireysel hayatımızda bunun gereklilik olduğuna inanmak, bu noktada şuurlu hareket etmek gerek. Bu olayın siyasi boyutudur. Bununla beraber sadece siyasi olarak düşünmek de yeterli olmaz. Bu fikri yakın çevremiz başta olmak üzere tüm insanlığa yayacak şekilde bilinç oluşturmak için gayret edilmelidir.
VAHDET ŞUURU
Peygamberimizin; "Müminler bir vücudun azaları gibidir, onun bir yeri ağrıdığında bütün vücut ızdırap duyar." ifadesinde buyurulduğu gibi müminlerin bütünüyle tek vücut olmaları anlamına gelir. Müslümanlar kardeşleriyle aynı vahdeti hissetmedikleri zaman, yani bu bilinç kendilerinde oluşmadığı zaman bireysel olarak Müslümanlığını sürdürmesi yeterli olmaz. Atasözünde ifade edildiği gibi; “sürüden ayrılanı kurt kapar” tek başına duran her zaman tehlikelerle karşı karşıyadır.
Müslümanlar kendi aralarında birlik olsalar, dünyada çözülemeyecek tek bir sorun kalmaz. Bir tane aç, açıkta insan kalmaz. Bütün savaşlar vahdet gerçekleştirilmediği için meydana gelip devam etmektedir.
Yakın dönemde Müslüman ülkelerdeki iç savaşlara baktığımızda, bu birlikteliğin olmayışının acı faturasını yaşadığımızı görüyoruz. Yani birisi şunu izah etse Yemen’de niçin savaşılıyor? Kardeş kanı niçin dökülüyor? Orada paylaşılamayan ne var? Suriye'de on yılı aşkın süredir devam etmekte olan trajedinin sebebi ne? Hangi sebeple bu durum yaşanıyor? Birileri Arap Baharı adı altında bir fitne ateşi tutuşturdu ve hepimiz bu oyuna geldik. İslam dünyası kan gölüne döndü, uyanmazsak paramparça olmaya devam edeceğiz.
VAHDETİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER
İslam dünyası imparatorluklar çağından sonra geçen yüzyılın başlarında İngiltere'nin başını çektiği sömürgecilerin kontrolü altına girdi. Geçen yüzyılın sonlarında yani Sovyetlerin dağılıp tek kutuplu dünya düzenine geçişle birlikte 1990’la birlikte bu sömürü düzeni Amerika Birleşik Devletleri’nin kontrolüne geçti.
İslam toplumlarında bu sömürgenin neticesi olarak büyük kırılmalar, dejenerasyonlar yaşandı büyük bedeller ödendi ve ödenmeye devam ediliyor. İslam ülkelerindeki yeraltı ve yer üstü kaynakları hakim güçlerin kontrolüne girdi. İslam coğrafyasında çalkantılar, iç savaşlar, karışıklıklar başladı. Bu yaşananlar İslam ümmetinin tek çatı altında yaşamasının zorunluluğunu ortaya çıkardı.
İslam dünyasının vahdetinin önünde üç temel engel vardır.
Birincisi: Dini düşüncenin yozlaşması, inanç sistemimizin, değerlerimizin hızla hayatımızdan uzaklaştırılmasıdır. Bunları şöyle tasnif edebiliriz.
a) Müslümanlar sekülerleşme, yozlaşma, aşırı derecede dünyevileşmeyle, mal ve makam hırsına kapıldılar. Küçük menfaatler uğruna değerlerden taviz verildi. Geçici makamlar uğruna düşmanlarla işbirlikçilik yapıldı. Kendi kültürüne hakim olmayan insanlar başkalarına yem olur, oluyor da. Bu durum bütünüyle Müslümanları çalkantıya götürmüştür.
b) Kapitalizmin insanları sürüklediği aşırı tüketim, haz duygusu ve nefisleri okşayıcı ürünler, insanların zihnini bulandırmış ve değerlerinden uzaklaştırmıştır.
c) Mezhep algısı/taassubu da başka bir önemli sebeptir. İslam dünyasında yaşanan bütün savaş ve çekişmelerin temel nedenleri farklı olsa bile, işin ucuna mezhep farklılığı girdiği zaman bu ayrılım derinleşmekte ve adeta mezhep savaşı haline getirilmektedir. İnsanın dini kendi tekeline alması, sadece kendini hak ve doğru görmesi, bunun dışındaki bütün düşünce, anlayış ve uygulamaları batıl sayması bir hatadır.
İkincisi: Müslüman ülkeler sömürülüyor. Halklar, ekonomik sorunlarla boğuşuyor. İnsanlar geçim derdinde, açlıkla pençeleşiyor. Yoklukla karşı karşıya kalan bir toplumun kendi hayati problemlerini bırakıp değer üzerine inşa edilen vahdet gibi konuları düşünmesi çok zordur.
Üçüncüsü ise: Bilim ve teknolojide ileri düzeyde olmayışımızdır. Müslüman ülkeler bilim ve teknolojide çok geride kaldıklarından doğal olarak batının yani düşmanlarının kontrolü ve sömürgesi altında kalmışlardır. Bugün maalesef Müslümanlar birbirine bilim, teknoloji ihraç edemiyor. Bilimsel faaliyetlerde güç bütünüyle batının elindedir. Batı teknolojisi ile beraber sosyolojisini de ihraç ediyor. Kendi kavramlarını, düşünce dünyasını yazılımları ve yayınlarıyla İslam dünyasına empoze ediyor. Halbuki Müslümanlar kendi dünyalarını, kavramlarını ve sosyolojilerini kendileri oluşturmalıdır.
ÜMMET OLMANIN GEREKLERİ
Biz ideal vahdet toplumu kurmak yerine hem batının tüketicisi hem de bağımlısı bir toplum olduk. Bunları düzeltmeden vahdeti kurmak mümkün olmaz. Bilimsel devrim ve zihni inkılaba ihtiyaç vardır. Bu nedenle üniversiteler, medreseler ve alimler arasında birlik sağlanmalı, ortak müşterekte buluşulması sağlanmalıdır. Ekonomik olarak güçlenme yolunda adımlar atılmalı ve tabii ki bu tür olaylarda furuatı öne çıkarmadan, taassubu artırmadan asgari müştereklerde bir olma yolu aranmalıdır.
Unutmamalıdır ki bu ümmet, Allah'ı, kitabı, kıblesi, peygamberi, değerleri tek olan bir toplumdur. Siyasetçiler de halklarının geleceğini belirlemede büyük sorumluluk sahibi olduklarını bilmeliler. Hukuk ve adalete dayalı düzen kurma vecibelerini zihinlerinden çıkarmamalı buna göre hareket etmeliler.
Bütün bunlar halkların kendi arasında dostlukla çözülebilecek problemler değil, yürütme makamında gücü elinde bulunduran kişilerin karar ve tasarruflarıyla ortaya koyacakları büyük ideallerdir.