Türk Devletleri Teşkilatı ve KKTC

Türk Devletleri Teşkilatı ve KKTC

Bireyler kendi aralarında ortak menfaat ve çıkarları doğrultusunda bir araya gelerek çeşitli ortaklıklar kurabilir. Ticari alanda pek çok örneği bulunan bu tür ortaklıklar, ticaretin dışında da sivil alan diyebileceğimiz, daha çok resmi olmayan alanlarda toplumsal kesimlerin desteklenmesi için de örgütlenebilmektedir. Sanayi ve ticaret odaları bir taraftan kendi aralarında ticareti geliştirirken, diğer taraftan toplumsal sorumluluk projelerini de ticaretten elde ettikleri kazançları ile destekleyebilirler. Ticaretin dışındaki alanlarda sağlanan destekler, bazen ticareti artırmaya yönelik girişimler de olabilir.

Aile şirketleri denilen ticari kuruluşlar sanki diğer ortaklıklardan daha fazla güvene dayandıkları için gelişme ve ilerlemeye daha elverişlidir. Ancak güven esas alındığı için belki de resmi olarak yerine getirilmesi gereken prosedürlere dikkat edilmediği zamanlarda problemler çıkarabilir. İlk bakışta aile üyeleri arasında hiçbir anlaşmazlık çıkmayacak gibi görünse de zamanla bireylerin üretim ve ticarete dair birbirlerinden farklı görüşlere sahip olması kaçınılmazdır. Babadan oğla kalan ticari kuruluşlarda kardeşler eskiden beri yürütülen bir faaliyeti devam ettirebilirler. Ama yine de belirli bir ticari faaliyeti yerine getirebilecek -kardeşler haricinde- aile üyelerine sahip olunduğu ortamlarda bunların bir araya gelerek iş yapmaları da elbette yabancı kimselerle yapılacak iş ortaklığından daha fazla güvenilir olması beklenir. Benzer ticari alanlarda faaliyet gösteren akrabaların resmi olarak ortaklık kurmasalar da en azından ihtiyaçlarını öncelikle birbirlerinden gidermeleri veya aralarında borç-alacak ilişkileri kurmaları daha kolay olabilir. Ticaret denilen faaliyet eski çağlardan beri güven ilişkisinin önemli olduğu bir alan olduğu için öncelik aile ve akrabalar veya bunların olmadığı durumlarda hemşeriler arasında yürütülmektedir. Sıradan bir tüketici bile ihtiyacı olan şeyleri satın alırken aile veya akrabalar ve onlardan sonra doğup büyüdüğü şehir ve köylülerini tercih etmektedir. Modernleşme ve onun ülkemizdeki en bariz neticelerinden olan şehirleşme ile birlikte hayatın tüm alanlarında olduğu gibi ticarette de ilişkiler impersonal yani şahsi veya tanıdık olmayan kişiler arasında kurulmaktadır. Büyük şehirlerde mağazadaki satış sorumlusu veya belediye otobüsündeki şoförün şahsen tanınması beklenmemektedir.

Uluslararası ilişkilerde de bireysel ilişkilere benzer şekilde öncelik sanki bir çeşit yakınlığa dayanmaktadır. Tarih boyunca farklı devletlerin bir araya gelerek ekonomik, ticari veya hukuki örgütler kurması sık rastlanılan bir durumdur. Burada belki de öncelik kültür, dil, din veya ortak bir medeniyete olan aidiyet hissi belirleyicidir. Yani aralarında akrabalık olmasa bile bir şekilde kendilerini yakın hisseden devletler bir araya gelerek bölgesel hatta küresel çapta birlikler kurabilmektedir. Avrupa’da, Amerika’da ve Asya’da birbirlerinden görece farklı devletler ortak bir menfaat etrafında kendi çıkarlarını gözeten örgütlenmeleri başarıyla devam ettirmektedir.

Belki dilleri ve kültürleri birbirinden farklı bu devletler ortak bir menfaat için bir araya gelebiliyorsa tıpkı aile şirketlerinde olduğu gibi aralarında bir nevi akrabalık bağı bulunan ülkelerin çok daha kolay bir şekilde örgütlenebilmeleri beklenir. Arap ülkeleri veya İslam ülkeleri gibi teşkilatlar ticaret ve siyasette birbirlerine destek olmayı amaçlamışlardı. Dünyanın en büyük 8 veya 20 ülkesi aralarında ticareti ve hukuk gibi diğer alanlardaki ilişkileri geliştirmek için bir araya gelebilmektedir. Benzer şekilde kısaca D-8 olarak bilinen teşkilat da başta ticaret olmak üzere ekonomik seviyeleri birbirine yakın olan ülkeleri bir araya getirerek ortak faaliyetler yürütmeyi amaçlamış, küresel çapta yeni bir güç merkezi olarak hayat bulmuştu.

Dünyada pek çok benzer örneği varken kendilerini ortak bir tarihe ve kültüre dayandıran Türk devletleri arasında ilk başta ticaret ama onun da ötesinde eğitimden sağlığa kadar pek çok farklı alanda işbirliği yapabilecekleri bir uluslararası teşkilata sahip olabilmeleri Sovyetler Birliği dönemi gibi sebeplerden dolayı oldukça gecikmiş bir projeydi. Türkçe Konuşan Ülkeler Keneşi veya Türk Konseyi Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkiye’nin asil, Türkmenistan ve Macaristan’ın gözlemci üye statüsü ile katıldığı ve bünyesinde farklı yapılar barındıran Türk Devletleri Teşkilatı yılda bir kez toplanan liderler zirvesini gerçekleştirmektedir. Teşkilatın internet sitesi veya faaliyetlerin yer aldığı haber bültenlerinde öncelik zirvelere katılan liderlerin tek tek sayılmasına özen gösterilmesi dikkatlerden kaçmamaktadır. Bu belki de teşkilatın devlet veya hükümet başkanlarının inisiyatifi ile kurulduğu ve sanki onlar olmazsa varlığını sürdüremeyeceği gibi bir izlenim vermektedir. Buna dikkat edilmeli ve birlikteliğin kurumsal zeminde yürütüleceğine dair işaretler mutlaka ortaya konulmalıdır.

Ortak bir tarih ve kültür birliğine dayanan böylesine bir uluslararası birlikten, daha önceden bir araya gelememenin kayıplarını telafi edecek adımlar atılması beklenir. Birbirlerinin tecrübelerinden faydalanarak atılımlar gerçekleştirmesi ve ortak refahın hızla artırılması hedeflenirken gözle görülür gelişmeler olmaması üzüntü vericidir. Şayet önemli adımlar atılmakta ise o zaman kamuoyuna duyurulmasında bir iletişim problemi olmasının varlığından bahsedilebilir.

Yıllık zirvelerde geçen sene ev sahipliği yapan Türkiye’nin inisiyatif alarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni de aralarında görme arzusunu dile getirmesi iyi bir gelişmedir. Lakin aradan geçen bir sene boyunca üye ülkelerin herhangi bir girişimde bulunmaması üzerine son zirvede biraz da Türkiye’nin ısrarcılığı ile KKTC, Türk Devletleri Teşkilatı’na gözlemci üye olarak dâhil edilmiştir.

11 Kasım 2022 tarihi KKTC tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Bu gelişmenin KKTC’nin uluslararası düzeyde tanınması yönünde önemli bir adım olduğu tartışma götürmeyecek bir gelişmedir. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti devletinin eskiden beri iyi ilişkiler sürdürdüğü ülkelerden bile kırk yıldır tanınma aşamasına gelinememiş olmasını ayrıca ciddi bir şekilde irdelemek gerekir. 1974’te gerçekleştirilen Barış Harekâtı sonrasında Türkiye nedense hedeflenen sonuçlara ulaşamamıştır. BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın girişimleriyle ve onun adıyla anılan meşhur “Kıbrıs’ı birleştirme planı” 2004 yılında referanduma sunulmuş ve Türkiye’nin anlamanın ve anlamlandırmanın mümkün olmadığı bir şekilde kabul edilmesi yönünde çaba sarf etmesine rağmen, Güney Kıbrıs halkının reddetmesiyle bu plan hayata geçirilememiştir. Güney’den gelen bu “hayır” sonucu aslında adadaki Türk varlığının bir garantisi olmuştur.

Bu gelişmeler özellikle Millî Görüş siyasetinin eskiden beri savunduğu “iki devletli çözüm” için yeni bir fırsat olarak görülmelidir. Gerek Annan Planı’na karşı duruş ve gerekse de sonrasında yaşanan gelişmeler Milli Görüş hareketini bir kez daha haklı çıkarmıştır. KKTC’nin kendi kıta sahanlığı ve deniz yetki alanlarında, Doğu Akdeniz’de, uluslararası sularda ve buralardaki yeraltı zenginliklerinin aranmasında adanın kuzeyindeki Türk varlığının ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. Türk Devletleri Teşkilatı’nın gözlemci üye olarak kabul etmesi gibi Türkiye’nin KKTC’nin tanınması yolunda attığı ve atacağı tüm adımları desteklediğimizi, bu yönde planlı ve istikrarlı çalışmalara katkı vereceğimizi ve hayırlı olsun temennilerimizi bir kere daha tekrarlayarak bitirmek istiyorum.

Mustafa KAYA