Teknoloji, Medya, Toplum ve Siyaset

Teknoloji, Medya, Toplum ve Siyaset

İçinde yaşadığımız çağ farklı açılardan farklı şekillerde adlandırılabilir. Ama herkesin üzerinde hemfikir olacağı tariflerden birisi onun bir teknoloji çağı olduğudur. İnsanlık tarihi boyunca içinde bulunduğu coğrafyanın da etkisiyle hayatta kalabilmek için çeşitli icat ve yeniliklere hep ihtiyaç duymuştur. Avcılık ve toplayıcılık döneminde av için gerekli aletler ve silahlara ihtiyaç duyulurken barınma için belki basit yöntemlerden daha komplike yöntemlere geçiş olmuştur. Ziraat toplumlarında elbette tarımla ilgili alet ve araçlar öne çıkmıştır. Saban belki de bu anlamda ilk akla gelen bir zirai araçtır.

Sabanla birlikte insanlar artık ihtiyaçlarından fazlasını üretebildikleri için yaşadıkları devlete askerlik yapmış, kendilerine hizmet etmesi ve koruması için vergi verebilmişlerdir. Hatta sabanın icat edilmesi ile artık yerleşik düzene geçilmiş ve eğitim, sanat, hukuk ve siyasi kurumların da böylece ortaya çıktığı söylenegelmiştir. Toplumsal bir iş bölümüne yol açtığı, yani artık bazı grupların tarımla uğraşırken diğerlerinin eğitim veya siyaset gibi başka alanlarda meşgul olabilmesi bu değişim ile birlikte mümkün olmuştur. İnsan gücünün dışında enerji kaynakları kullanılarak yapılan üretim buhar makinesinden elektronik teknolojiye kadar her yeni buluş aslında toplumsal bir değişime de yol açmıştır. Teknolojik determinizme düşmeden şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki her yeni icat toplumda bir şekilde sosyal hayatın değişmesine sebep olmuştur. Karasabandan elektrikli su ısıtıcısına, basit bir hesap makinesinden akıllı robotlara kadar her yeni araç çevremize ve tabiata bakış açımızı da değiştirmektedir.

Eskiden özellikle uzun kış gecelerinde birbirlerini evlerinde ziyaret eden ailelere çaydanlık ve demlikle biraz uzun diyebileceğimiz bir sürede hazırlanan çay ikram edilirken günümüzde daha çok dışarıda bir mekânda ve nadiren de evimizde ağırlanan dostlarımıza kısa sürede hazırlayabildiğimiz kahveler ikram edilmektedir. Küçük cam bardaklar ile daha çok paylaşmaya önem verilirken artık herkesin kendisinin mutfağa giderek kısa sürede hazırladığı “instant coffee” veya “teabag” ile büyük kupalarda içeceğini hazırlayıp odasına çekilerek laptop bilgisayarında dijital film platformlarında kendi seçtiği diziyi izlemeye çekilmesi olağan hale gelmiştir.

Teknolojideki baş döndürücü ilerleme kendisini elbette iletişim araçlarında da gösterecekti. Telgraftan sonra hızla telefon, teleks, telefaks ve mobil telefonlar hayatımıza girmiştir. Ama bunların içinde kitle iletişim araçları olarak adlandırılan televizyon ve sinema gibi yenilikler toplumsal değişimin ötesinde bireyleri ve onların zihinlerini değiştirip yönlendirme açısından çok daha etkili olmuşlardır. Aslında tarafsız olmaları beklenilen gazeteler, dergiler veya televizyon kanalları onları tüketen kesimlerin algılarını yönetmek ve onları istedikleri yönde düşünmeye sevk etmektedir.

Mesela, hastalık daha doğrusu salgın hastalıklar konusunda olayları olduklarından çok daha tehlikeli göstermek suretiyle insanları rahatlıkla endişelendirebilmektedir. Deprem gibi doğal afetler hakkında da toplum tarafsız bir biçimde bilinçlendirilmek yerine, görüşlerine başvurulanlar, ellerindeki değneklerle ekranlardaki haritaları tabir yerindeyse deşerek, kurdukları tedirgin edici cümlelerle insanları paniğe sevk edebilmektedir. “Uzmanlıklarını” istismar vesilesi olarak kullananlar da gayr-i menkul yatırımcılarına tüyolar verilebilmektedir.

Uzmanlar medyanın algılar üzerindeki etkileri konusunda tam bir fikir birliğine varamasalar da haber kaynaklarının hemen hepsinin bir şekilde taraf oldukları açık bir gerçektir. Medya insanların algılarıyla oynarken onların siyasi seçimlerde oy tercihlerini kesin bir şekilde etkileyip etkilemediği araştırmalara açık bir konudur. Ama medyayı kontrol eden siyasi gücün kamuoyunu kontrol etme ihtimali elbette daha yüksektir. Medyanın insanları etkileyebilme gücünü arkasına alan bir iktidar en azından yaptıklarını çok daha rahat biçimde anlatma imkânına sahiptir. Hatta bunun da ötesinde, bundan sonra yapacaklarını ve vaatlerini de dile getirebildiği gibi uygulanması tepki çekebilecek bazı kararları da halkı hazırlamak suretiyle hayata geçirebilir.

Kamuoyu algısı denilen şey mutlak hakikatler yerine siyasi görüşüne göre “sanal hakikatler” ile ikna etme çabasıdır. Herhangi bir konudaki saf gerçekler yerine manipüle edilmiş “alternatif gerçekler” sunularak kamuoyunun fikri değiştirilebilmektedir.

Geçen Pazar günkü yazımızda açıklamaya çalıştığımız Saadet Partisi’nin mevcut konjonktürdeki konumu aslında sade ve saf gerçeklerden ziyade iktidarın seçmen algılarını etkileyerek bir siyasi partinin yoğun bir şekilde karalama kampanyasına nasıl maruz kaldığını göstermektedir. Tıpkı hastalıklar, doğal afetler veya savaş zamanlarında olduğu gibi medyayı elinde tutan siyasi güçler insanların korku gibi en temel duygularına hitap ederek paniğe yol açmaktadır. “Ben tekrar seçilmezsem sizin için karanlıklarla dolu felaket günleri kaçınılmazdır” gibi bir etmen, kamusal söylemin en temel unsuru haline getirilmektedir. Ülkemizde medyanın toplumun algısını nasıl etkilediği konusunda araştırmalar yapılarak halkımızın asgari düzeyde bir medya okur-yazarlığına erişmesi ve kendilerine sunulan her haberin kesin doğru olmayabileceğinin farkında olması ve sorgulaması gerekir. Bu konu sağlıklı bir toplumsal gelişim için hayati derecede önemlidir.

Mustafa KAYA