Tayvan restleşmesinin kazananı kim?

Tayvan restleşmesinin kazananı kim?

Amerika Birleşik Devletleri ( ABD) protokolünde üçüncü sırada bulunan Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan’ı ziyaret etmesinin öncesi ve sonrasında yaşanan gelişmeler, Ukrayna’ya kilitlenmiş olan objektifleri birden Uzakdoğu’ya çevirdi. Bu sırada akıllı telefonlardaki uygulamalardan dünyada herhalde en çok takip edilen uçak Pelosi’yi Tayvan’a götüren uçak olmuştur. Son 25 yılda ABD’den Tayvan’a yapılan bu en üst düzey ziyaret, bir anda sıcak çatışma ihtimalini en azından zihinlerde güçlendirdi. Açıklanan ziyaret takvimine günler kala ABD Başkanı Joe Biden ile telefonda görüşen Çin Devlet Başkanı Şi Cinping kendince Amerika’yı uyarmış, “ateşle oynama” diyerek neredeyse doğrudan tehdit dilini seçmişti. Peki, Çin’i bu denli kızdıran, savaş ilanı gibi tatbikatlarla Tayvan’ı kuşatmayı, tamamen hareketsiz bırakmayı hedefleyen yaklaşımının gerekçeleri nelerdir? Tayvan Çin için neden bu kadar önemli?

Öncelikle Çin, Tayvan’ı “ayrılıkçı bir eyaleti” olarak görüyor ve sürecin sonunda yine kendisine bağlanacağına dair bir devlet politikası yürütüyor. Tayvan ise kendisinin bağımsız bir devlet olduğunu ifade ederek, ABD koruması altında Çin’e karşı direnme yolunu tercih ediyor. ABD’nin Çin-Tayvan arasındaki gerilime müdahil olmasının ilan edilen gerekçesi insan hakları, demokrasi ama asıl gerekçesi Tayvan’ı ele geçirmiş bir Çin’in kendi topraklarını doğrudan tehdit etme potansiyeline ulaşacak olmasıdır. Yani işin gerçek nedeni Ukrayna’nın farklı bir coğrafyada tekrar yaşanma ihtimalidir. Ukrayna üzerinden Rusya’yı çevrelemeyi hedefleyen ABD, Tayvan’a verdiği destekle de bir diğer düşmanı olan Çin’e yakın olmayı hedefliyor. Çin’in güneydoğu kıyılarından 160 km uzaklıkta bulunan Tayvan, ABD’nin çıkarlarını koruyan Batı Pasifik bölgesindeki doğal üssü gibi. Bunu bilen Pekin Tayvan’ın Çin’in bir parçası olduğuna dair iddiasından vazgeçmiyor. Tayvan’ı kontrol etmesi halinde ABD’yi tehdit etmeyeceğini, barışçıl bir politika izleyeceğini, kendisine dönük endişelerin doğru olmadığını söylüyor. Bunun yanında ABD Rusya’yı Ukrayna’ya çekerek kendince önemli bir kazanç elde ettiğini, aynı zamanda can çekişen NATO’yu yeniden canlandırdığını düşünüyor. Benzer şekilde Tayvan üzerinde Pelosi’nin ziyaretiyle restleşmekten geri durmayan ABD, Singapur ve Kore gibi ülkeleri de taraflarını seçmeye zorlamış oldu. Çin’in maddi-manevi baskısı ile yaşamaya alışan bu ülkeler, bir kriz anında nerede duracaklarını şüpheye yer bırakmayacak şekilde belli ettiler. Ayrıca Çin ile sürekli sınır problemi yaşayan Hindistan da zaten ABD ile hareket etmekteydi.

Diğer taraftan Çin ve Tayvan arasındaki sorunun kökenine inersek, bu sorunun 125 yıllık bir yakın tarihi süreç içinde bugünlere geldiğini görebiliriz. 1895 yılında Çin-Japonya Savaşı’nda, Çin’in savaşı kaybetmesinin ardından Tayvan Japonya’ya verilmişti. Sonrasında Japonya İkinci Dünya Savaşı’nı kaybetti. Ardından anayasasının 9. maddesine ordu sahibi olamayacağı ibaresini yazmak zorunda kaldı. Savaş ilan etme yetkisi bulunmadığı, muallâkta bir nefsi müdafaa tabirinden başka elinde bir şey kalmadığı bir sürecin içine girdi. Japonya nihayetinde doğal olarak Tayvan’ı da Çin’e terk etmek zorunda kaldı veya Çin fırsattan istifade edip Tayvan’a el koydu da denilebilir.

1949 yılındaki Çin iç savaşında komünistler ve milliyetçiler karşı karşıya gelip, Mao Zedong liderliğindeki Komünist Partisi Pekin’i de kontrol altına alınca, milliyetçiler Tayvan’a kaçmıştı. Tayvan o günden beri muhaliflerin üssü olarak tanımlanıyor. Yine o tarihten beri de Tayvan Çin’in parçası mı, değil mi tartışmalarını bütün dünya takip etmeye devam ediyor.

Bununla birlikte dış destek olmadığı takdirde Tayvan’ın Çin karşısında bir direniş gösterme ihtimalinin olmadığını dünyada bilmeyen yok. 24 milyonluk bir ülkenin 1,5 milyarlık bir Çin karşısında tutunabilmesi tabii olarak mümkün değil. Çin’in Pelosi’ye gözdağı vermek için yaptığı tatbikatlarda Tayvan’ın karasularını yolgeçen hanına çevirmesi de bunu ortaya koydu. Sadece Tayvan’ın değil, Japonya’nın münhasır ekonomik bölgesinin de atış denemelerinin hedefinde olması Çin’in kızgınlığının hangi boyutlara ulaştığının delili olarak kendisini gösterdi. Yani ortada bir kuşatma var, restleşme var, tehdit var ama Cinping şimdilik Putin olmayı göze alamadı. Belki de bunun bir tuzak olduğunu gördü. Çin’i Tayvan’ı işgal etmeye zorlayarak Rusya’nın Ukrayna’daki pozisyonuna benzer bir netice almaya çalıştıklarını fark etti. Ama Çin’in sabırlı davranacağı ve şartlar iyice olgunlaşmadan böyle bir hamle yapmayacağı da genel bir öngörü olarak ortada.

Bu noktada Çin’in, Pelosi’nin ziyaretine olan itirazları kendi aralarındaki anlaşmalar ışığında hukuki açıdan temelsiz değil. ABD 1979 yılında Çin’i tanırken, Tayvan ile ilgili nasıl hareket edeceğini de deklare etmiş, “Tayvan ile kültürel, ticari ve ‘resmi olmayan’ ilişkilere devam edeceğini” belirtmişti. 25 yıl önce 1997’de yine ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Newt Gingrich Tayvan’a gitmişti. Gingrich Cumhuriyetçi idi. Clinton ise Demokrat. ABD bu ziyareti iç siyasi tartışmalarla açıklayarak krizi aşmıştı.

Ancak Tayvan’a dönük ilgisi yine bitmedi. 2018’de resmi yetkililerin Tayvan’a gidişine izin veren kanunu yürürlüğe koydu. Patriotların adaya yerleştirilmesi, milyarlarca dolarlık silah desteği, Tayvan’ın bağımsız olmadığına dönük söylemini sulandırması ABD’nin 1979’da attığı imzadan ne kadar pişman olduğunu gösteren gelişmelerdi. Zaten bu anlaşma ve taahhütlerin sadece Çin ve ABD’yi bağlamakta olduğunu tekrar belirtmekte fayda var. (Error: Tweet not found 70489856?s=21&t=uLVZEi1NEumM3jJyn93iZA)

Diğer taraftan şunu da ifade etmek gerekir; bilindiği gibi 1949 yılından beri Tayvan bağımsız bir ülkedir ve sanki Hong Kong’un Büyük Britanya tarafından 99 yıllığına kiralandığı gibi Çin’e iade edileceği düşünülmektedir. (Çin’in bu hedeflerini deşifre etmeye çalışan www.project2049.net adıyla bir internet sitesi bile kurulmuştur. Bu türden sitelerin gerçeğe ulaşma çabasından ziyade küresel çıkar hesaplarının bir parçası olabileceği de unutulmamalıdır). Ama Hong Kong’un 1997’de Çin’e devredilmesinden sonra otoriter rejimin yaptığı hak ihlalleri yakından izlenmektedir. Tibet’te yaşananlar ve en önemlisi, Doğu Türkistan’daki süregiden zulüm göz önüne alındığında, Çin Halk Cumhuriyeti’nin de hiç masum olmadığı gibi aksine, adı geçen bölgelerde de tek tip insan inşası için otoriter bir modeli ihraç etme gayretiyle hareket ettiğini de belirtmek gerekir.

Ayrıca yaşanan bu krizin siyasi hesaplaşmaların ötesinde dünyayı doğrudan ilgilendiren bir boyutu var. Yani dünya çip üretiminin yüzde 63’üne sahip olan Tayvan, sadece Çin-ABD arasındaki bilek güreşinin bir parçası değil. Yaşanacak bir sıkıntının en azından ekonomik olarak bütün dünyayı etkileme potansiyeli olduğu da bir gerçek. Salgınla beraber ekonomide yaşanan problemlerin başında çip krizi olması, Tayvan’ın önemini gözler önüne seriyor. Tedarik zincirindeki aksamalar bile çip krizinin bu kadar ağır hissedilmesine sebep olduysa, sıcak bir çatışmanın tarafı olacak olan Tayvan’ın üretim yapamaması nasıl bir sonuç ortaya çıkarır, bunun yansımalarını ifade etmeye gerek bile yok.

Sonuç olarak bu kriz Rusya-Ukrayna Savaşı’nı unutturmasa da dünyanın bıçak sırtında olduğunu açık bir şekilde herkese gösterdi. ABD için çıkar hesaplaşmalarında önemli bir kart olan başlıklar dünya için dibi görünmeyen bir tünele dönüşüyor. Çin ise nüfus ve ekonomik gücü ile arka bahçesi olarak gördüğü Tayvan gibi coğrafyalar üzerinde her türlü tasarrufta bulunma hakkı olduğunu iddia ediyor. Bu arada Tayvan ile Kıbrıs arasında bir bağlantı kurmaya çalışmak mümkün. ABD’nin Tayvan’a yaklaşırken ortaya koyduğu gerekçeler neyse, Kıbrıs’ta onların daha fazlası var. Tayvan’ın bağımsızlığı için her şeyi göze alacağını gösteren ABD, söz konusu KKTC olduğunda ıslık çalmaya başlıyor. Yani asıl derdinin adalet arayışı değil, çıkarını korumak için alan açma olduğunu bir kere daha teyit etmiş oluyor.

Bütün bunlara ve krizin tavan yapmasına gerekçe olan her şeye rağmen savaş herkes için sonuçları tahmin edilemeyen bir yere çıkabilir. Akl-ı selim şart. Dünya yeni bir sıcak çatışmayı kaldıramayacak kadar yorgun. Bu sürecin kazananı olmaz.
Mustafa KAYA