Samsun – Çarşamba, Terme Notları

Samsun – Çarşamba, Terme Notları

Geçtiğimiz Pazar günü bir dizi programlar çerçevesinde Samsun’un Çarşamba ve Terme ilçelerindeydik. Bu vesile ile halkla, esnafla, yerel basın mensuplarıyla bir araya gelme, dertleşme fırsatı bulduk. Yakın zamanda yine Samsun’a gittiğim için iki ziyaret arasındaki farkı daha iyi anlama imkânım oldu.

Öncelikle şunu ifade edeyim; Samsun’da insanların geleceğe dönük umutları seçime endekslenmiş durumda. En başta ekonomik olarak içine girilen darboğazdan çıkılabilmesi için seçimin dönüm noktası olduğuna dair bir ön kabul var. Tarımla ilgilenen diğer bazı bölgelere göre endüstriyel üretim yapılan bu bölgede, üreticilerin mutsuzluğunu, her gün artan maliyetlerle birlikte umutsuzluk girdabına doğru taşıyan gelişmeler herkes tarafından çok sıkı bir şekilde takip ediliyor. Siyasetle ilgilenmeyen toplumsal kesimler bile siyasetin aldığı kararların doğrudan hayatlarına nasıl müdahale ettiğini net cümlelerle ortaya koyarak, her şeyin farkında olduklarına dair kanaatlerini paylaşmaktan geri durmadılar. Bu görüşmeler esnasında konuştuğum üç farklı insan kesimi ile psikolojik havaya sizlere yansıtabilirim diye düşünüyorum.

Birincisi; bir mağazada kasiyer olarak çalışan genç bir arkadaşla sohbet ettik. Önce bize kızgın ve ser verip sır vermeyen tarzda geçiştirici ifadeler kullandı. Biraz üstüne gidince çözüldü. “Ben mühendisim, burada asgari ücretle çalışıyorum. Babam olmasa ayakta kalma şansım yok. İlk fırsatta yurt dışına çıkmanın yollarını arıyorum” diyerek aslında ülkemiz genelinde gençler arasında yaygın hale gelen bir niyeti ortaya koymuş oldu. Her ne kadar kendisine umut yüklemeye çalıştıysam da gözlerinden beni onayladığına dair bir ışık göremedim. Bunun beni ne denli üzdüğünü ifade etmeme gerek yok tabii. Bir ülkenin üniversite mezunu gençleri geleceklerini bu ülkede görmüyorlarsa, nasıl olacak da geleceğimizden emin olabileceğiz? Gençlerimizin ellerine tutuşturduğumuz “işsizlik sertifikasına” dönüşen diplomaların onurunu nasıl olacak da kurtarabileceğiz?

Bir diğeri ise liseli gençlerle yaptığımız sohbetti. Bir köşe başını tutmuşlar ve kendi aralarında sohbet ediyorlardı. “Çıkarın telefonlarınızı” diyecek oldum ama çekindim. Ortam espri yapacak durumda değildi. Yaptığımız kısa sohbette gelecekten beklentileri ve eğitimleri ile ilgili sorularıma inanmadıkları her hallerinden belli olan cümlelerle karşılık verdiler. İçlerinde çıraklık eğitimi alan da lisede okuyan da vardı. Ancak ortak dertleri iş bulabilme endişesi olduğu, yanıtlar arasında kendisini gösteriyordu. Hayata yeni başlayan bu çocuklarımızın elinden tutamayan, onlara yol gösteremeyen bir sistemin onları kuşatıp, onların enerjilerini hem kendileri hem de ülke menfaatleri için değerlendirmesi mümkün olur mu?

Sonuncusu ise ilerlemiş yaşına rağmen işçi olarak çalışmaya devam eden bir amcamızla yaptığımız sohbetti. Önce bizi dikkate almayan bir tavır gösterdi. “Çekin gidin, işim var” der gibi bir tavır içine girdi. Biraz ısrar edince de “dertliyim, gelmeyin üzerime” dedi. Biz de “buyur amca dertleşelim, belki elimizden bir şey gelir, o da olmazsa birlikte ağlarız” diye cevap verdiğimizde konuşmaya başladı. “Bir kızım var, akademisyen. İstanbul’da çalıştığı üniversitede aldığı maaşla geçinemiyor. Ne kadar tutumlu olduğunu da bilirim. Bunca yıl emek verdi. Dirsek çürüttü. Ne ev kiralayabiliyor, ne de kendi ayakları üzerinde durabiliyor. Yanıma getirsem de bir kursta İngilizce öğretmeni olsa diye düşünmeye başladım” dediğinde söyleyecek cümle bulamadım. Titri olan bir akademisyen, bırakın yoksulluk sınırı, açlık sınırının biraz üstünde aldığı maaşla nasıl olacak da kendisini işine verecek? Bu şartlarda nasıl verimli olarak gençlere faydalı olabilecek bir zihin dünyasıyla hareket edebilecek?

Şimdi bu yazıyı okuyan ve genelde muhalif bir köşe yazarının değerlendirmeleri diyerek sorunları görmezden gelenler olabilir. Böyle yapmaya devam etsinler. “Berber saçın ak mı, kara mı” sorusunun cevabını yapılacak ilk seçimde net olarak alacaklar. Bizler de büyü bozulduğunda geriye dönüp bu yazıları bir kere daha okuma ihtiyacı hissederler ve helallik istemeyi düşünürler belki diye bekleyeceğiz.

Mustafa KAYA