SAKIN YUKARI BAKMA!

SAKIN YUKARI BAKMA!

İki astronomi uzmanı yakın bir zaman içinde bir kuyruklu yıldızın dünyaya çarpacağını keşfeder. Hatta bu kuyruklu yıldızın dinozorların yaşadığı dönemlerde dünyaya çarparak onların neslinin tükenmesine yol açan kuyruklu yıldızdan çok daha büyük yıkımlara yol açacağını iddia ederler. Tabii olarak böyle bir keşiften Amerika Birleşik Devletleri Başkanı’nın da haberdar edilmesi gerekir. Her felaketin aslında bilim insanlarının görüşlerine değer vermeyen siyasetçiler sebebiyle meydana geldiği şeklindeki anlayışın artık genel kabul gördüğü gerçeğinden hareketle ve beklenildiği gibi onların sözlerine itibar edilmez. Siyasilerin her zaman seçimler, ekonomik kararlar, dış ilişkiler veya başka bir sürü siyasi karar alma öncelikleri olduğu için insanlığı veya kendi toplumlarını tehdit eden bir tehlike onlara göre hep ikinci planda olacaktır. Bu durumda kendilerini sorumlu hisseden bilim insanları, kanaat önderleri medya aracılığıyla halka bilgi vermeye çalışacaktır. Bu sefer de onların medya performansları, ifade tarzları, yetersizlikleri üzerinden sahip oldukları bilgi itibarsızlaştırılacaktır. Hatta belki de devletin güvenliğine tehdit oluşturabilecek bilgilerin medyaya servis edilerek devletin itibarını zedelemekten haklarında soruşturmalar, kovuşturmalar filan başlatılacaktır.

Bundan sonraki aşama ise bu bilim insanlarının giderek eleştirilerini yumuşatmaları ve hatta yöneticilerin gözüne girerek “bilimsel konularda danışman” bile olmalarının yolunu açabilecektir. Artık başkanların bilimsel propagandalarını yapacak ve bilim dünyasından gelecek eleştirileri de savuşturacak elemanları olacaktır. Mesela böyle bir durumda sadece işbaşındaki iktidarı değil, tüm dünyayı yok edebilecek bir felaket karşısında bilimsel olarak ne yapılmalıdır? Göz göre göre bir felakete sürüklenirken örneğin, dünyaya çarpacak kuyruklu yıldızın oldukça değerli metallerden oluştuğu, bunların akıllı telefonların yapımında kullanılabileceği ve ülkeye inanılmaz bir kazanç sağlayacağı belirlenirse gayr-i safi milli hâsıla (GSMH) yükselecek diye gereken tedbirler alınmayıp maddi kazanç mı ön plana çıkarılmalıdır?

Yani, insanlığı tehdit eden böylesine ciddi bir tehlike karşısında bile kapitalist düzenin her şart altında kendisini koruma altına almasına rıza mı gösterilmelidir? Eğer kuyruklu yıldız dünyaya en az derecede zarar verecek şekilde küçük parçalara ayrılırsa ondan elde edilecek metaller mesela Silikon Vadisi’ndeki milyarder yatırımcılarından birisi ile ortaklık kurularak ülke ekonomisine kazandırılması herkesin lehine olmaz mı?

Bugünlerde bir dijital platformda “Yukarı Bakma” (Don’t Look Up) diye bir film vizyona girdi. Halkına “yukarı bakmayın”, bize güvenin, zira biz sizin için gereken tüm önlemleri alıyoruz diyen bir siyasi anlayışı eleştiren sosyo-politik bir komedi olan bu filmden yola çıkarak bazı değerlendirmeler yapmak istiyorum.

Öncelikle “bilim” denilen şeyin siyasileştirilmesi hele de “kitabının yeniden yazılması” fikri, başlı başına tabii felaketlerin en büyüklerindendir. Aşağı bak, yukarı bakma, aşağı bakma, yukarı bak gibi basite indirgenen sosyal medya fenomenleri veya trolleri aracılığıyla gerçeklerden kopuk bir kamuoyu meydana getirilmesi galiba son zamanlarda en çok karşı karşıya kaldığımız ve korkarım kanıksamaya başladığımız bir durum haline geldi.

Medyada sürekli bir şekilde arkası kesilmeyen tartışma programları ile artık hakikat planlı bir şekilde gözlerimizin önünden sabun köpüğü gibi yok olmaktadır. Artık insanlar hakikatin çıplaklığını kaybetmiş ve kendilerine dayatılan kırpıntıları ile oyalanmaktadır. Tabir caizse bir kör dövüşü atmosferinde herkes kendi savunduğu veya daha doğrusu savunduğunu sandığı doğruları karşı tarafın üzerine yüksek sesle bağırarak boca etmektedir. Hakikat arayışı da artık anlamını yitirmeye yüz tutmuştur.

Suni gündemler arasında vakit kaybedilirken yaklaşmakta olan asıl felaket hep göz ardı edilmektedir. Son dönemlerde sıklıkla duyduğumuz “post-truth” tabiri belki “hakikat ötesi” şeklinde tercüme edilebilir. Ama burada asıl mesele günümüzde “hakikat”in gerçekten var olup olmadığı ve eğer var ise onun “öte”sine nasıl geçildiğidir. İnsan bu dünyaya gönderildiğinde ona “isimler” öğretilmişti. Fakat bu “isimlerin” bugün asli anlamları saldırı altındadır ve bunlar siyasetin manipülasyonu ve medya aracığıyla gerçeklikten koparılmaktadır. Gerçekler asıl anlamlarını git gide yitirmekte ve tahammülü zor bir şekilde değer kaybına uğrayarak itibarsızlaştırılmaktadır.

Bir başka deyişle, ortada bir hakikatin varlığını kimse inkâr etmiyor ama bu hakikat değersizleştirildiği için ona itibar da edilmiyor. Sözünü ettiğimiz filmin adının bile “Yukarı Bakma” olması aslında bize gösterilen gerçeklik inşasının yukarıdan empoze edilip dayatıldığının ve sokaktaki insanların ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar yapay gündemlerden kendilerini koruyamayacaklarının bir göstergesidir. Neticede “ülkenin bir felakete sürüklendiği” bir hakikat var ama dış mihraklar, küreselciler ve yerli işbirlikçiler gibi pek çok düşman kategorisi ile ortalık toz duman edilince sosyal medya fenomeni olan pek çok “ünlü” halkın hakikatin farkına varmasını engellemektedir. Gözleri olduğu halde göremeyenlerin ve kulakları olduğu halde duyamayanların sayılarının her geçen gün artması bizce asıl felakettir.

Sonuçta her şey gelip geçecek, hakikat kendisini yeniden inşa edecek ama biz insanların bu dünyada bıraktığı iyi-kötü izler kalıcı olacaktır. İşte bundan dolayı yaptığı her fiilin, aldığı her kararın bir gün kendisine gösterileceğine ve hesabını vereceğine inanmış bir kimse üç günlük dünya için manipülasyon yapmaz. İnsan kandırmaz. Gerçekleri örtmez. Yalan söylemez. Adaletsiz olmaz. Kişisel çıkar merkezli düşünmez. Günü kurtarmayı başarı saymaz. Onun siyasette, ticarette, sosyal hayatın her alanında hakikati savunmak, “hakkı tutup kaldırmak” diye bir derdi vardır.

Mustafa KAYA