Romantizm Tutsaklığı veya Günlük Politikalarla Devlet Yönetmek
- 21-08-2022 07:51
- 21-08-2022 07:52
- 1738
Romantizm Tutsaklığı veya Günlük Politikalarla Devlet Yönetmek
Dünyada son dönemde dışişleri veya diplomasi denilince akla gelen ilk isimlerden birisi, herhalde Amerika Birleşik Devletleri’nin uzun yıllar dışişleri bakanlığını yapmış bulunan Henry Kissinger olacaktır.
Onun gençlik yıllarında yazmış olduğu bir makaleye (Reflections on American Diplomacy, Foreign Affairs, 1956) başlarken takdir ettiği bir siyasetçiyi bugün hatırlatmakta fayda var. Avusturyalı siyasetçi ve diplomat Klemens von Metternich (1773-1859) bugünkü anlamda diplomasi geleneğinin kurucusu sayılabilir.
Onun ileri görüşlülüğü sayesinde Avrupa’nın 1815 yılından Birinci Dünya Savaşı’na kadar barış içinde yaşadığı iddia edilir. Metternich’in siyaseti veya daha özel anlamda diplomasiyi bir tiyatro oyununa benzetmesi de günümüz diplomatları için ders alınması gereken bir örnektir.
Tiyatro oyunu pek çok sahneden oluşur ve perdenin açılmasıyla seyircilere “oynanır”. Perdenin açılmasından sonra oyunun devam etmeyeceğini söylemek biraz tuhaf olacaktır. Zira perdeden sonra oyun artık ya aktörler tarafından ya da salona gelen seyirciler tarafından devam ettirilecektir. Bütün bu tiyatro oyununda devlet adamlığı, seyircinin toplanıp toplanmaması, perdenin açılıp açılmaması ya da oyunun sahnelenmeye değip değmeyeceğine karar vermesinde ortaya çıkacaktır.
Meeternich’in çocukluğu ve gençliği göz önüne alındığında Fransız İhtilali, İtalya, Almanya ve Avusturya’daki karışıklıklar ve üniversite eğitimine başladığı Strasbourg’un Almanya ve Fransa arasında sürekli el değiştirmesi gibi belirsizlikler ve en sonunda ailesinin Viyana’ya kaçmak zorunda kalması onun siyaset hakkındaki fikirlerini doğal olarak etkilemiştir.
Kısaca bahsetmek gerekirse, özgürlük fikri ile siyasi düzen arasında bir ilişki kurmuş ve düzenin olmadığı yerde özgürlük taleplerinin baskıcı bir rejime evrileceğini iddia etmiştir.
Tiyatro oyunu benzetmesine geri dönecek olursak, diplomasinin aslında seyircilerin olmadığı ortamlarda provalarının yapıldığı, sahnenin arkasında oyuncuların farklı ilişkiler kurabildikleri, kendi bireysel düşünceleri veya halet-i ruhiyeleri nasıl olursa olsun rollerine odaklandıkları, ama hemen her tiyatro sanatçısının seyirci ile farklı bir iletişime geçebildiği bir sanat olduğu söylenebilir. Provaların halka açık yerlerde yapıldığı, sahne arkasının ve kulislerin olmadığı bir tiyatro oyunu nasıl düşünülemez ise tabir yerindeyse perdenin ne zaman açılacağına karar veren bir siyasi irade olmayacaksa orada diplomasiden bahsetmek de imkânsızdır.
Diplomasinin kapalı kapılar ardında yapılması demek, diplomatların temsil ettikleri ülkelerin veya uluslararası aktörlerin menfaatlerini koruyamadıkları anlamına gelmez. Burada menfaatlerin nasıl korunduğundan hangi süreçlerden geçildiğinden ziyade, karşılıklı fedakârlıklar ve feragatler neticesinde diplomatların nihai olarak anlaşmaları daha önemlidir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın faaliyetlerini halka duyurmak isteyen bürokrat veya diplomatlar onun nasıl telefon diplomasisi, mektup diplomasisi, mekik diplomasisi, müzik diplomasisi veya soft-power diplomasisi yaptığından bahsetmektedir. Bir devlet başkanının, cumhurbaşkanının bir mevkidaşı ile telefonda görüşmesi belki de onun günlük, sıradan çalışma hayatının bir parçasıdır. “Perdenin hiç kapanmadan hep açık tutularak” devletin ilişkiler ve irtibatlar kurduğunu her gün açıklamak ne Metternich, ne de Kissinger gibi diplomasi ustalarının uygun görmeyeceği bir davranıştır.
Perdenin arkasında yapılması gereken hazırlıklar ve görüşmeler sırası gelince, bir netice elde edilince, uygun veya münasip görülünce siyasi iradenin “perde” anonsundan sonra halka ilan edilebilir. Bu sırada halka ilgili aktörlerle gerekli görüşmelerin yapıldığı şeffaf bir şekilde duyurulabilir. Ama görüşmelerin diplomatlar veya uluslararası kuruluşlar nezdinde değil de her seferinde istihbarat teşkilatları arasında yapılıyor olmasının açıklanması da kabul edilebilir bir durum değildir. Bu görüşmeler zaten yapılır ve bilmesi gerekenler bilir. Mesela siz ABD yönetiminin Rusya, Kuzey Kore, Afganistan, İran ile CIA nezdinde görüşmeler yapılıyor dediğini, İngiltere hükümetinden, “Biz Ukrayna krizini yönetmesi için dış istihbarat teşkilatımız MI6 ‘i görevlendirdik” diye açıklama yaptığını, ya da Almanya Şansölyesi’nin, “Rusya ile enerji sorununun çözümü için BND’yi devreye soktuk” diye bilgi paylaştığını duydunuz mu?
İstihbarat teşkilatları genel olarak adından da anlaşılacağı üzere bilgi toplamakla vazifelidir. Bilgi toplamanın haricinde iki teşkilatın görüşmesi tabii ki doğaldır. Belki bu görüşmelerde gizli pazarlıklarla da yapılabilir ama istihbaratı bu haliyle sürekli halkın gündeminde tutmak stratejik açıdan doğru bir yöntem midir?
Siyasetçi perdenin önünde muhatap aldığı bir başka aktöre uygun göreceği bir lisanla hitap edebilir. İşte bu davranışı onun kendi halkına ve iç siyasete dönük bir siyaset yapma biçimidir. Ama perde önünde hoş olmayan ifadeler kullanıp perde arkasında farklı bir tutum benimsemesi uluslararası arenada güvensizliğe sebep olacaktır. Davet edildiği yabancı ülkede basın önünde yapacağı konuşmalarda farklı bir ton ve ülkesine döndüğünde farklı bir üslup kullanıyor olması hele perde arkasında konuşulan konuları veya yapılan pazarlıkları uluorta açıklaması belki iç siyasette, o da kısa süreli bir destek alabilir. Ancak bu destek “romantik bir uluslararası ilişkiler tutumunun”, aklın ve rasyonelliğin bir hayli ön plana çıktığı günümüzde artık yerinin olmadığı gerçeğini haklı çıkarmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Rasyonellikten çok duygulara hitap eden bir anlayış büyük bir ihtimalle ilişkilere, taraflara kalıcı zararlar verecektir.
Ortak tarih, din veya kültür benzerliği toplumun belirli kesimleri için elbette önemlidir. Ama bir siyasetçinin bir başka ülkedeki bir etnik veya dini gruba perde önünde bir selam göndermesi bile o ülkedeki siyasetçileri veya başka kesimleri rahatsız edebilir.
Diplomaside uyulması gereken genel geçer kuralların göz ardı edilmesi önünde sonunda siyasetçinin devlet adamlığı ile uyumunu ortaya koyacaktır. Kısa süreli kazanımlar elde ediliyor gibi görünse de uzun vadede hem siyasetçi hem de ülkesinin menfaatleri zarar görecektir. Tecrübeli diplomatların anlaşmazlıklar hususunda karşılıklı görüşmeleri ve bir ortak karara varabilmeleri her zaman ihtimal dâhilindedir. Özellikle Ortadoğu gibi kültürlerde aktörlerin duygusallıktan öte kazan-kazan formülünde karşılıklı menfaat ve çıkarlarına odaklanması onların lehine olacaktır. Diplomasi oyununda “o zamanki şartlar” veya “değişen konjonktür” gibi mazeretler hele “biz burada devlet yönetiyoruz” gibi üstenci tavırlar yerine uzun vadeli planlama yapılması ve vizyoner bir bakış açısına sahip olunması siyasi iradenin değerini gösterecektir.
Eğer diplomasinin çatışmayı veya sürtüşmeyi önlemek için kazanma odaklı olarak ilişkiler geliştirme yolu ve tarzı olduğu kabul edilirse görüşmelerin kesilmesinin herkese zararlı olacağı gayet açıktır. Ama bu tür görüşmelerin davul zurna ile ilan edilmesinden ziyade ilk etapta tecrübeli diplomatlar ile perde arkasında yapılmasının herkesin yararına olacağında şüphe yoktur. Yalnızlığın değerli olmadığını her insan kendi bireysel hayatında da tecrübe edebileceği gibi uluslararası ilişkilerde geçerli olamayacağını görebilmek çok da zor olmasa gerek. Dolayısıyla, Metternich gibi bir Avusturyalı diplomatın tavsiye ettiği gibi, uluslararası arenada ülkelerin sanki geçen yüzyıldaki Paris’teki operalarda olduğu gibi ortak bir orkestra benzeri uyum ve düzen içerisinde her notaya dikkat edilen “barışçı” bir müzik diplomasisi yapabilmeleri mümkündür.
Eski Başkan Obama’nın ABD dış politikasını transatlantiğe benzettiği söylenir. Malum transatlantik gemileri yaklaşık 300 metrenin üzerinde 150-200 bin ton ağırlığındadır. Manevra ve hız kabiliyetleri de bu devasa hacimleriyle doğrudan orantılıdır. Ani hız ve dönüş hareketleri felakete sebep olabilir. Obama’nın, transatlantik ne kadar hızlı dönerse ABD de dış politikasını o şekilde değiştirir, düzenler mealinde sözler söylemesi, dış politikada karar değişikliği sürecinin hayati olduğuna dair önemli bir vurgudur.
İfrat ve tefrit kavramları bir insanın genelde din ile ilişkisinin, taban tabana zıt, uç boyutları olarak bilinmektedir. İfrat din dâhil hayatı ilgilendiren diğer konularda aşırıya gitmek, tefrit ise olması gerekeni bile yapmamak, normal olanı dahi ortaya koymamak anlamına gelir. Dış politika da işte böyle bir şeydir. Uçlarda yürütülecek bir alan değildir. Türkiye’nin son dönemde Suriye gibi attığı bazı adımlar doğru olsa da en azından bundan sonra dış politikanın tamamında, sağlıklı bir siyasi ve diplomatik süreçler işletilmezse, tarih bugünleri olağan karar değişiklikleri değil, savrularak kalıcı hasar bırakmış bir örnek ve kayıp yıllar olarak yazacaktır.