Ortadoğu'yu Sarsan Olayların Perde Arkası

7 Ekim'de başlayan ve 22 binden fazla insanın katledildiği Gazze olaylarının, sadece bir Filistin- İsrail çatışması olmadığına dair kanaatler yaygın hale gelmiş durumda. Yüzyılı aşan sürede Filistin toprakları üzerinde nasıl oyunlar kurgulandığına dair detaylar, görmek isteyen gözlerin gündemine oturdu. İlk anlarda 7 Ekim’i sorunların başlangıcı gibi görenler, aslında 7 Ekim’in bir sonuç olduğu gerçeğini daha iyi anladı. Şimdi gelişmeleri fikri takip ile değerlendirenler fotoğrafın tamamına hâkim olmaya başladılar. İsrail uyguladığı soykırımla bir nevi insanların gözlerini açmış oldu. Yani bugün Gazze’de yaşanan gelişmelerin sonuçları ne olursa olsun sürecin kaybedeninin İsrail olduğu birçok kimsenin kabulü haline gelmiştir.
Gazze özelindeki gelişmelerin bölgeyle sınırlı olmadığı, Kuzey Afrika, Körfez, Doğu Avrupa ve Türkiye dâhil tüm Ortadoğu ve küresel dengeleri etkileyen bir gelişme olduğu da ortadadır. Çünkü bugün emperyalist güçlerin hedefi sadece Gazze gibi 300 küsur kilometrekarelik bir alan asla olamaz. Gazze olayları doğruyla yanlışın, zalimle mazlumun mücadele alanıdır. Ve bu çatışmaların doğurduğu sonuçlar denizler dâhil tüm bölgemizde yakından hissedilmektedir.
Özellikle son bir haftadaki iki olay bunu çok yakından göstermiştir; ilki Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta HAMAS Siyasi Büro Başkan Yardımcısı Salih el-Aruri'nin alçak bir suikastla şehit edilmesi, ardından İran'ın Kirman eyaletinde meydana gelen, onlarca insanın katledildiği, DEAŞ tarafından üstlenilen terör saldırıları. Öncelikle hem Filistin hem de İran halkına başsağlığı diliyor ve acılarını paylaştığımızı bir kez daha belirtmek istiyorum.
Hem Salih el-Aruri'nin şehit edilmesi, hem de İran’da gerçekleştirilen terör saldırısı, İsrail’in ABD ve Batılı güçlerin ilgisini bölgede canlı tutma çabasının sonuçlarıdır. Ayrıca bu saldırı İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin Türkiye ziyaretinin ertelenmesine sebep olmuştur. Türkiye ve İran arasında olası bir yakınlaşma, geniş tabanlı istişareler yapılma ihtimalinin kimleri rahatsız edeceği bellidir. Hâl böyleyken İsrail’in Gazze’deki ateşi genişleterek Filistin halkına uyguladığı soykırımı geri plana itmeye çalıştığı da bilinmektedir.
Yıllardır bölgemizdeki çatışmaları yakından izleyen biri olarak şunu söyleyebilirim; her ne kadar Aruri suikastı ve Kirman'daki terör saldırıları farklı kaynaklardan yapılmış gibi görünse de aslında hizmet ettiği amaç aynıdır. Çünkü bugün Ortadoğu'da iki güç bölgenin kaosa sürüklenmesini hedeflemektedir. Birincisi hiç şüphesiz terör devleti İsrail'dir! Çünkü İsrail varlığını teröre borçludur ve bugün de ayakta kalmak için her zaman teröre ihtiyaç duyar. Özellikle Gazze'de soykırım devam ederken İsrail, başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olmak üzere emperyalist güçlerden daha fazla destek almak için sürdürülebilir kaosa ihtiyaç olduğunu çok iyi biliyor.
Bölgemizde kaosu isteyen diğer unsurlar ise terör örgütleridir. İdeolojisi dünyaya bakışı ne olursa olsun, terör örgütleri de kaostan, otorite boşluğundan faydalanır. Kaos olursa terör örgütlerinin karşısında güçlü hükümetler, nizami ordular olmaz böylece terör örgütlerine alan açılmış olur.
Bu arada şu gerçeği de ifade etmekte fayda var; terör örgütleri asla özgün yapılar değildir. Vekâlet savaşlarında sadece birer aparat vazifesi görürler. Onların kuruluşlarında doğrudan veya dolaylı emperyalist ülkelerin desteği vardır. Konjonktüre göre öne sürülürler. Hedeflerine ulaşmak için küresel güçleri kullandıklarını zannederler. Bunun mümkün olmadığını anladıklarında ise artık çok geçtir. Geri dönüşü olmayan bir yola girdiklerini görürler ama bu gerçeği gizleme yoluna başvururlar. İçine çekildikleri girdap sonu kan ve hüsran olan tuzaktan başka bir şey değildir.
İşte bu nedenle bölgemizin huzuru için iki şeyle mücadele edilmelidir: Bunlardan birisi bütün insanlığın ortak düşmanı olan Siyonizm, diğeri ise renk ve hedefleri farklı gibi görünse de terör örgütleridir. Birbirini besleyen bu iki sorun ile ancak aklıselim ile mücadele edilir. Bunlara karşı insanlığın ortak vicdanını hareket geçirmek gerekir. Bölge halklarının ümidini kıran, umudunu körelten, kanını döken bu anlayışlara karşı bölge ülkeleri de çözümü kendi içlerinde aramak ve bulmak zorundadır. Yoksa her yaşanan gelişme onların ana hedefi olan sürdürülebilir kaos planına hizmet eder.
Mustafa Kaya