Ahlâk, Adalet ve Elitizm Hastalığı
- 28-10-2024 16:15
- 225
Ahlâk, Adalet ve Elitizm Hastalığı
Kapitalist toplumların en dikkat çekici özelliği, sınıflar arası sosyoekonomik farklılıkların arasındaki uçurumdur. Günümüzde vahşi kapitalizmin etkisini her geçen gün daha da fazla artırdığı toplumumuzda sınıflar arasındaki keskin farklılık, yadsınamaz bir noktaya gelmiş, bir kişinin toplumun hangi tabakasına ait olduğu ilk bakışta anlaşılır bir hâl almıştır.
Sosyal değerlerimiz “komşusu açken tok yatmamak” üzerine kuruluyken, geldiğimiz durumda toplum kutuplaşmış, tokların aç; açların tok komşusu kalmadığı ve mahallelerin “zengin mahallesi-fakir mahallesi” diye bölündüğü bir sonuç ortaya çıkmıştır.
İşte bu noktada toplumun genelini ilgilendiren kararlarda, bir grubun her şeyi en iyi bildiği zannıyla hareket ettiği bir anlayış karşımıza çıkıyor; elitizm.
Toplum dinamiklerini kökünden etkileyen elitizm kavramı, belirli bir sosyal; ekonomik, politik veya kültüre ait grubun toplumun diğer fertlerine nazaran daha fazla söz sahibi olduğunu ifade etmek için kullanılıyor.
Cumhuriyet dönemine geçiş sürecinden tutun, askeri darbelere kadar; anayasa değişikliklerinden uluslararası ilişkilerimize kadar siyasi veya sosyal statü kazanmış elitlerin gelişmelere müdahalelerinden söz etmek mümkün. Yani esasen ülkemizdeki elitist yaklaşım Osmanlı’yı da kapsayacak şekilde genişletilebilir.
50’li yıllarda kentli ve görece seküler kesimin, etkinliğini her açıdan artırmasıyla ülkemizde farklı bir boyut kazanan elit zümre, artık tamamen halktan kopmuş diğer sınıfların derdiyle ilgilenmeyen siyaseti yalnızca bir güç faktörü olarak kullanan bir grubu ifade eder hale gelmişti.
Bu tarihle birlikte toplumun belli kesiminin ticari çıkarları doğrultusunda uluslararası ilişkiler kurulmaya başlanmış, belli zümreler zenginliğine zenginlik katmış, kapitalizm etkisi toplumda iyiden iyiye büyümeye başlamıştı. Fakat bu ilerleyiş 2000’li yıllara geldiğimizde büyük bir değişime uğradı ve hatırlarsınız o günlerde hemen her gün serbest piyasa ekonomisi söylemlerini çok daha fazla duymaya başladık. Ben serbest piyasa ekonomisi kavramını, kapitalizm kavramının korkutuculuğu üzerine geliştirilmiş daha tatlı bir terim olarak görüyorum.
Her geçen gün büyüyen zincir marketler, tekstil sektörünü tekeline alan giyim markaları, şehirlerimizi grileştiren inşaat firmaları işte bu yıllarda güçlendi. Bugünlerde vergi ödememeleriyle gündeme gelen, karşılaşabilecekleri her türlü rekabetten alenen korunan firmaların adını işte bu yıllarda duymaya başladık.
Bahsettiğimiz süreçlerde güçlenen firmalar, muhafazakâr elitler dediğimiz yeni bir sınıfı da ortaya çıkardı. Malumun ilanını yapmaya gerek duymuyorum ancak sosyal medyada paylaşılan şatafatlı düğünler, inatla göze sokulan lüks yaşantılar ve ekonomik üstünlükler arasında oluşan uçurum, alt ve orta gelir sınıfındaki vatandaşlar açsından rahatsız edici bir noktaya geldi. Bunun doğal bir sonucu olarak helalin haramdan üstün olduğu bilincine varamamış binlerce insan suça bulaşarak ekonomik refah kavgasına tutuştu. Bu suç bataklığıyla birlikte ülkemizde toplumsal ahlak, adalet kavramı birçok açıdan bozulma noktasına geldi. Bu ekonomik refah kavgası artık mahalleden rezidansa taşınmakla özdeşleşti. Lüks site ve rezidanslar toplumun ekonomik refah gruplarının, küçük mahalleler ise orta ve alt gelir grubundaki insanımızın yaşam alanlarına dönüştü. Bu süreçle birlikte elit sınıfa girme mücadelesiyle, suça bulaşma oranlarının daha da artacağından, ahlakın eskisi kadar önem atfedilmeyeceğinden, değerlerimizin yerini hırsların alacağından duyduğumuz endişe maalesef gün geçtikçe artmaya devam ediyor.
Ayrıca derdi manevi değerlerin ihyası olan insanlarımızın ağzından “bizler” ve “onlar” ifadesini kullanırken, bunu diğerini değersiz ve iflah olmaz bir kesim olarak görme yanlışına düşmüş olmaları da bir başka endişe kaynağıdır. Dertleri “ahlâk” ve “adalet” mücadelesi olanlar, toplumun içine düşürüldüğü çürümüşlüğü görüp de “bu insanlar bizi hak etmiyor” gibi bir düşünceye kapılmaya başlarlarsa, işte bu da bir süre sonra adına elitizm demeseniz bile bir anlamda tersten elitist bir yaklaşımın dışa vurumu haline gelebilir.
Ganimet paylaşımıyla büyütülen her yapı, sırf akrabalık bağları sebebiyle ülke yönetiminde söz sahibi olan her bir kişi, birilerinin ticari anlaşmaları sebebiyle korunmak zorunda olan her bir bağ ülkemize ve insanımıza olan sorumluluğumuza yüz çevirmektir. Bütün bunlar toplumumuzda ayrışmalara, kamplaşmalara, öfke ve düşmanlıklara, bugün olduğundan çok daha ileri düzeyde bir eşitsizliğe yol açabileceği dikkatlerden kaçmamalıdır.
Sonuç olarak tarihimizdeki hatalardan dersler çıkarmakta fayda var. Yine bugün gücü ve karar alma süreçlerini ortak akılla yürütmemek ülkemizi içinden çıkılamaz sıkıntılara sokabilir.
Asıl olan denge ve denetleme mekanizmalarını demokratik kültürün öncülüğünde kurumsal duruma taşımaktır. Temennimiz, toplumumuzun ahlaki yapısının, adalete olan güven duygusunun yeniden en güzel ve sağlıklı bir şekilde tesis edildiği, insanımızın refah seviyesinin emeğin, gayretin merkeze alınarak artırıldığı ve ülkemizin maddi-manevi her boyutuyla yaşanabilir bir noktaya taşındığı öngörülebilir bir Türkiye’nin inşa edilmesidir.