Mısır ile Normalleşme
- 30-11-2022 14:53
- 1551
Mısır ile Normalleşme
22.11.2022
İktidar dış politikada bir geri dönüşe daha imza attı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen hafta Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed Al Sani’nin daveti üzerine 2022 FIFA Dünya Kupası’nın açılışına katılmak üzere başkent Doha’ya gitmişti. Bu ziyarette Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah Sisi ile bir görüşme gerçekleştirilmesi ve beklenmedik ölçüde sıcak bir fotoğrafın ortaya çıkması Türkiye gündeminin de merkezine oturdu.
Arap Baharı süreciyle birlikte Mısır’da Hüsnü Mübarek’e karşı gerçekleşen halk ayaklanması neticesinde meşru seçimler yapılmış ve Müslüman Kardeşler teşkilatının adayı olan Muhammed Mursi Mısır Cumhurbaşkanı olarak seçilmişti. 11 aylık iktidar döneminin ardından askeri darbe ile görevden uzaklaştırılan Mursi daha sonra hapishanede vefat etmişti.
Türkiye’nin ilk etapta verdiği tepkiler gayet yerindeydi. Seçilmiş bir kişinin görevine askeri darbe ile son verilmesi elbette kabul edilebilir bir durum değildi. Darbeye karşı açıklamalar yapılması tabi ki gerekiyordu. Ancak iktidar Mısır’da gerçekleşen bu darbeye karşı duruş sergilerken, bir süre sonra sorunu iç politik gündemin ana konusu haline getirdi. Mısır’da yaşananlar üzerine kampanyalar oluşturdu. Hatta Mursi görevdeyken AK Parti’nin 4. Büyük Olağan Kongresi’ne bile davet edilmiş ve katılmıştı.
Mısır halkının direnişi ifade eden Rabia sembolü ile miting alanları süslendi. İktidar her halka kapalı ve açık toplantısında bu sembol ile kendisini tanımladı. Hatta seçim propagandalarında kendi adayları kazanamadığı takdirde Sisi’nin kazanacağı söylemlerine kadar işi ileri götürdü. Bütün bu süreçler yaşanırken gelinen durumun devlet aklı ile uyuşmadığını, yerinde ama daha makul süreç yönetimine ihtiyaç duyulduğunu söyleyenler ise doğrudan Sisi taraftarları olarak ilan edildi. Çünkü 100 milyonu aşan Mısır halkı ile irtibatı toptan kesmek, hem Mısır hem de Türkiye için doğru değildi. Bundan başkalarının istifade edeceği çok açıktı. Ortada bir kriz olduğu doğruydu ama iktidar krizi yönetmiyor, krizden politik menfaat sağlamayı hedefliyordu. Yıllar içinde iktidarın bu yaklaşımının Türkiye ve bölge açısından ne denli sorunlar oluşturduğu ortaya çıktı. Libya’da yaşanan tartışmalı gündem sırasında, Türkiye ile Mısır’ın bir sıcak savaş yaşayabileceğine dair tartışmalar bile yapıldı. Hatta her iki ülkenin askeri gücü, elde bulunan silah envanterleri üzerinden masaya yatırıldı. Yaşanan ayrışma bununla da kalmadı. Mısır hem Yunanistan, hem de Güney Kıbrıs Rum Kesimi (GKRY) ile Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması imzaladı. Akdeniz gazının, sıvılaştırılmış gaz (LNG) olarak Mısır üzerinden Avrupa’ya taşınması ile ilgili İsrail ile boru hattı anlaşmaları yapıldı. Yine bu süreçte ticaret zaman zaman sıkıntılı zamanlar yaşadı. Gerek konteynır taşımacılığı, gerekse de RO-RO (Roll on - Rolloff / Tekerlekli vasıtaların gemilerle bir yerden bir yere taşınması) seferlerinin tanzimi konusunda engellemeler ortaya çıktı.
Yaşanan bu gelişmeler ile birlikte Türkiye dış politikasını “değerli yalnızlık” olarak tarif etmeye başladı. Bu stratejinin ne Mısır’da zulme uğrayan halkın dertlerine, ne de Türkiye’nin bölgesel ve küresel menfaatlerine uygun olmadığı belliydi. Türkiye’nin bu dil ve yaklaşımı Müslüman Kardeşler teşkilatının da içindeki fikir ayrılıklarını tetikledi. Türkiye ile karşı karşıya gelmek istemeyenler farklı tutum içine girdiler. Oysa bundan önce defalarca darbeye maruz kaldıkları için sorunla nasıl baş edeceklerine dair zihni bir altyapıları vardı. Genellikle Türkiye ve Katar’a sığınmış olmaları ve iktidarlarla ters düşmek istememeleri neticesinde içerdeki ayrışmada daha sert duruşlar sergilediler. Aslında son verilen fotoğraf en çok da onları şaşkınlığa sevk etmiş oldu.
Bütün bu olup bitenler çerçevesinde, yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen Mısır ile ilişkilerin normalleşmesi hem tarafların, hem Mısır içinde baskı altında yaşam mücadelesi veren, mağdur edilen insanların, hem de bölgenin tamamının hayrınadır. Ancak dün ****ni ve itidal tavsiye edip, ilişkilerin tamamen kesilmemesi gerektiğini söylediğimizde bizleri eli kanlı diktatörlere destek vermekle itham edenleri, gelinen son durum karşısında -hâlâ varsa- önce kendi vicdanlarına sonra da milletimizin yüksek takdirlerine havale ediyoruz.