MEŞHUR ANNE SÖZÜ VE UKRAYNA

MEŞHUR ANNE SÖZÜ VE UKRAYNA

Ukrayna üzerinden yaşanan restleşme daha da tehlikeli bir aşamaya girmiş durumda. Bilindiği gibi Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında yıkılmasından sonra, bugüne kadar devam eden süreçte NATO’nun ana hedeflerinden birisi de doğuya, Karadeniz’e doğru genişlemek oldu. Romanya ve Bulgaristan’ın 2004 yılında gerçekleşen üyeliği ile birlikte çember iyice daraldı, bu sefer de hedefe Ukrayna ve Gürcistan oturdu. “20. yüzyılın en büyük trajedisi Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıdır” diyen Rusya

Devlet Başkanı Vladimir Putin, başta Amerika Birleşik Devletleri ( ABD) ve Batılı ülkelerin girişimlerine karşı aşırı agresif bir tutum içine girmeye başladı.

2014 yılında Kırım’ın ilhak edilmesi bunlardan birisiydi. Putin ile birlikte Rusya Batı’ya karşı sadece Asya’da hâkimiyet mücadelesi içine giren bir ülke olmaktan çıktı. Farklı coğrafyalardaki krizleri kendi lehine fırsata çevirmeye çalıştı. Suriye’de yaşananların ardından Akdeniz’de etkinliğini kalıcı hale getirmeye çalışan Rusya, Libya üzerinde de etkin olmaya başladı. Bir anlamda bu girişimler NATO’ya karşı savunmayı Asya dışında başlatmak hedefi taşıyordu. Her ne kadar Putin, yaptıklarının Soğuk Savaş dönemi gibi iki kutuplu dünya inşasına dönük olduğuna dair söylemleri dile getirmese de Rusya’nın ayak izleri bu amaca dönük işaretler veriyordu. Ancak son olarak Ukrayna’nın Donbas bölgesinde yaşanan sıcak çatışma riski Rusya’nın politikalarını daha görünür kıldı ve NATO’nun buna müdahil olması krizi daha da küresel bir noktaya taşıdı.

Peki, Ukrayna’da yaşananlar neden küresel bir sorun olma potansiyeli taşıyor?

ABD ve Rusya, krizi neden resmi görüşmelere kadar taşıma ihtiyacı hissetmiş olabilirler?

Mevcut koşullarda Rusya’nın Ukrayna sınırına yakın bölgelere 100 bin asker gönderdiğine dair iddialar var. Bu kadar askerin ancak işgal için konuşlanabileceği şeklinde yorumlar da yapılıyor. Başta ABD ve NATO, böyle bir durumun sonuçlarının bölgesel dengeleri altüst edeceği, hatta küresel sonuçları olacağını düşünüyor. Ukrayna da zaten SSCB’nin tarih sahnesinden çekilmesinin ardından Rusya ile sürekli sorun yaşıyor. Her ne kadar son krizde Rusya, “Ukrayna’ya saldırma niyetimiz ve bu yönde bir planımız yok” dese de kimseyi tam olarak ikna edebilmiş değil. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wendy Sherman, “Rusya ya diplomasiyi seçecek ya Batı’yla karşı karşıya gelecek” açıklaması ile aba altından sopa göstermekten kaçınmadı. NATO üyeliği hedefini kendi anayasasına yazan Ukrayna ise müzakerelerden çıkacak sonuca odaklanmış durumda. NATO da Ukrayna’nın üyeliği konusunda ısrarcı. Bu durumu kendisine dolaylı falan değil, doğrudan tehdit olarak gören Rusya ise bu talebi duymak dahi istemiyor. Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Alexander Grushko, “NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin ülkesi için kabul edilemez riskler ortaya çıkaracağını” söyleyerek tutumlarını net olarak ortaya koymuş oldu. Bununla birlikte Putin ise şayet Batı, Ukrayna’nın NATO’ya katılımında ısrarcı olursa “gerekli teknik askeri önlemleri alacakları” vurgusu yaparak, ABD’nin restine restle karşılık vermekten geri durmadı.

2014 yılından, yani Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edilmesinin ardından Donbas bölgesindeki Rusya yanlısı ayrılıkçılar Ukrayna güçleriyle çatışmaya devam ediyor. Geçen süre zarfında 15 binden fazla insan hayatını kaybetti. Rusların yoğun olarak yaşadığı bu bölgede olup-bitenler Putin tarafından “soykırım” olarak nitelendiriliyor. Karşılıklı yapılan bu uç değerlendirmeler, muhatapların birbirlerine duyurma hedefiyle söylenmiş sözlerden ziyade, üçüncü çevrelere mesaj ulaştırma gayreti olduğunu bilmek gerekir.

Geçtiğimiz Cuma günü basın mensuplarının konuyla ilgili sorularına cevap veren Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un konuyla ilgili, “Sabrımız taştı. Batı’nın kibirli talep ve tavırları sorunu bu noktaya taşıdı. Önümüzdeki hafta taleplerine yazılı cevap vereceğiz” açıklaması, sorunun çözümünde sıcak çatışma riskinin arttığını gösteriyor. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de bu durumu, “Avrupa’da silahlı çatışma tehlikesi olduğunu” söyleyerek ortaya koymuş oldu.

Diğer taraftan Türkiye bu sorunda parmağı göze sokmadan NATO’nun tezlerine yakın bir duruş sergiliyor. Ukrayna’nın Donbas bölgesinde Türk İHA ve SİHA’larını kullanmasını bir kenara not eden ama krize dönüştürmeyen Rusya, Türkiye’yi doğrudan karşısına almamaya çalışıyor. Türkiye’nin ABD ile yaşadığı krizi yakından takip eden Rusya, kendisini Türkiye’nin gözünde alternatif olarak tutmayı hedefliyor. Türkiye de her ne kadar Ukrayna’yla yakın dursa da Rusya ile Suriye ve Libya’da yürütülen süreçlerin zarar görmesini istemiyor.

Sonuç olarak bölgemiz Suriye’den belki de daha tehlikeli bir sıcak çatışma riskiyle karşı karşıya olabilir. Karadeniz’in ısınma ihtimali de yüksek. Ancak bütün bunlara rağmen bir noktadan sonra kimsenin böyle bir sıcak çatışmayı istemeyeceğini tahmin etmek de zor değil. Batılı ülkeler öncelikle ekonomik yaptırımların şiddetini artırmayı düşüneceklerdir.

Ayrıca Rusya haftaya ne cevap verecek tam olarak bilmiyoruz ama “tamam, Ukrayna’yı NATO’ya alabilirsiniz” demeyeceği de çok açık. Böyle bir durumda belli bir süre sorunla yaşamak her iki taraf açısından en yakın seçenek gibi duruyor.

Peki, kriz nasıl dondurucuya alınabilir? Rusya, Ukrayna sınırında olduğu iddia edilen 100 bin askerinin önemli bir kısmını geri çekebilir. NATO bu durumu Rusya’nın geri adımı gibi takdim ederek, diplomatik zafer olarak görür. Böylece sorun şimdilik ötelenmiş olur. Ukrayna bundan çok da memnun olmaz. Çünkü Ukrayna artık sürekli Rusya tehdidi altında yaşamak istemiyor. “Geldiler, gelecekler” endişesi ile daha fazla günlerini geçirmenin uzun vadede mümkün olmadığını düşünüyor. Bunun yanında ilginç bir bilgi paylaşmak isterim. Ülkenin adında bile batıya atıf olduğu iddiasını duyduğumda çok şaşırmıştım. Bir hocamız Ukrayna açılımını “UK” (United Kingdom-Birleşik Krallık), “Rainy” (yağmurlu) olarak yapmasını ilk etapta zorlama bulmuştum.

Hala da zorlama olduğu kanaatindeyim. Ancak NATO ve Batı ile yakınlaşmayı anayasasına hedef olarak koyacak kadar iddialı olan bir ülkeden bahsediyoruz. Halk arasındaki deyimiyle bu hamur daha çok su kaldırır. Bu atmosferde Türkiye için en doğru yol galiba olabildiğince İkinci Dünya Savaşı’ndaki gibi tarafsız kalmaya gayret etmek olmalıdır. Suriye nasıl sadece Suriye’den ibaret değilse, Ukrayna da sadece Ukrayna demek değildir. “Herkes kendisini kurtarır, olan sana olur” diye meşhur bir anne sözü vardır. Bu sözü merkeze alarak durumu şöyle izah edebiliriz; Türkiye’nin sorunun doğası gereği, yaşananlara doğrudan müdahil olması şartlar açısından mümkün değil. Zaten Kırım’ın ilhakını tanımıyoruz. Doğru da yapıyoruz. Hal böyleyken bu tavrımızla birlikte olabildiğince hissedilen bir denge politikası yürütmek Türkiye’nin çıkarlarına daha uygun gibi duruyor. NATO üyesi olmamıza rağmen, Batılı müttefiklerimize Suriye, Akdeniz, Ege üzerinden uğradığımız tehditleri dile getirdiğimizde, kafasını başka yerlere çevirenlerin, NATO üyesi olmayan Ukrayna’ya bakışlarını insani bir destek olarak görmek aşırı, hatta saflık derecesinde iyimserlik olur.

Şimdi Ukrayna için, Ukrayna’nın toprak bütünlüğü için Rusya nezdinde başkalarının iradesinden bağımsız yapabileceğimiz şeyler varsa onları yapalım ama kimsenin tezlerinin taşıyıcısı olmayalım. Ukrayna ikinci Suriye olursa Akdeniz’de karşı karşıya kaldığımız tehditlerin aynısını, belki de daha fazlasını Karadeniz’de de yaşayabiliriz.

Mustafa KAYA