Küresel Sistemin Ağababaları: Süper Güçler
- 03-11-2024 14:28
- 03-11-2024 14:29
- 159
Küresel Sistemin Ağababaları: Süper Güçler
Küresel veya bölgesel siyaseti ilgilendiren konular tartışılırken sık sık telaffuz edilen sözcüklerden biri de "süper güç" oluyor.
Özellikle Amerika Birleşik Devletleri (ABD), eski Sovyetler Birliği, Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti gibi ülkelerden bahsederken "süper güç" tanımı sık sık kullanılıyor. Hatta bazen Osmanlı İmparatorluğu ve Büyük Selçuklu Devleti’nden bahsederken de söz konusu tanımlama kullanılabiliyor.
Peki, süper güç olmak nedir ve kim veya kimler süper güç olarak tanımlanabilir?
Bu kavram ilk kez 1944 yılında Columbia Üniversitesi Profesörü William TR Fox tarafından kullanılmıştır. Prof. Fox süper gücü, uluslararası sistem içerisinde siyasi, askeri ve ekonomik olarak ilk sıralarda bulunan, dünya çapında olaylara etki edebilen ve aynı zamanda güç kullanabilen devlet veya ulus devletler üstü birlikler olarak nitelendirmiştir. Ve bu tanımlamaya da ABD'yi, Sovyetler Birliği'ni ve İngiltere'yi uygun görmüştür.
Modern siyaset bilimciler de ABD ve Sovyetler Birliği'ni ilk süper güç devletler olarak görmektedir. Birçok uluslararası ilişkiler teorisyeni İngiltere'nin 1940'lı yıllardan itibaren süper güç olma vasfını kaybetmeye başladığını düşünmektedir.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra İngiltere'nin sömürgelerinin büyük bir bölümünü kaybetmesi, para birimi olan funtun küresel ticarette arka plana düşmesi, Londra'nın ABD'den para yardımı alacak duruma gelmesi bu durumun en büyük gerekçesi olarak kabul edilmektedir.
ABD ve Sovyetler Birliği ise tam aksine İkinci Dünya Savaşı'ndan güçlerini pekiştirerek çıktılar. Sovyetler Doğu’yu, ABD ise Batı Avrupa'yı etkisi altına aldı. Her ikisi kendi kontrollerinde askeri ve ekonomik oluşumlar kurdu. Dünyanın birçok noktasında darbeler gerçekleştirdiler. Her ikisi de dünyanın kendilerine çok uzak ülkelerine müdahalede bulundular.
1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla ABD dünyada tek süper güç olarak lanse edilmeye başlandı. Hatta 2000'li yılların ortalarına kadar bazıları daha da ileri giderek ABD'yi "hiper güç" olarak tanımladı. Fakat 1990'lı yılların sonlarından itibaren Amerika için durum değişmeye başladı. Amerikan ekonomisi eski hızını kaybetti.
Bu dönemden itibaren yeni güçlerin ayak sesleri duyuldu. Rusya Federasyonu, Çin, Avrupa Birliği, Hindistan gibi ülkeler yükselen güçler haline geldiler. Özellikle daha çok Çin uluslararası ilişkiler uzmanları tarafından en yüksek potansiyele sahip süper güç olarak kabul edilir oldu.
Hatırlatmakta fayda var, bir dönem Japonya da potansiyel süper güç olarak görülüyordu. Ancak Japonya 1990'lı yıllarda girdiği ekonomik durgunluktan çıkamadı. Ve bu durgunluk Japonya'nın süper güç olmasının önündeki en büyük engele dönüştü. Diğer taraftan zaten Japonya'nın askeri gücünün sınırlandırılmış olması Tokyo için bir diğer handikaptı.
Şunun da altını çizmek lazım, artık dünyada süper güç kavramı 1970'li veya 80'li yıllardaki ile aynı manayı ifade etmiyor. ABD artık küresel siyasette istediği gibi at koşturamıyor. Bugün Amerikan ekonomisi dünyada genel olarak %20-25'lik bir paya sahip. Hemen hemen Çin ekonomisi de bu noktaya geldi. Hindistan, Avrupa Birliği ekonomileri de hissedilir derecede rekabetin bir parçası halini aldılar.
İşte bu nedenle, tek başına dünyanın kontrol edilmesinin mümkün olmadığını anlayan ABD ve müttefikleri "sorunları" birlikte çözmek için "elitler kulübü" inşa etmeye başladı.
Önce ABD, Fransa, Almanya, Kanada, İngiltere, Rusya, İtalya ve Japonya'nın yer aldığı "Gelişmiş Sekiz Ülke" (G-8) kuruldu. (Rusya 2014'te Kırım'ı işgal etmesiyle bu birlikten çıkarıldı ve bu platform "Gelişmiş Yedi Ülke" (G-7) ismini aldı.)
Fakat G-8’lerin yeterli olmadığı anlaşıldığı için 2000'li yılların ortasından itibaren “Gelişmiş ve Gelişmekte olan Yirmi Ülke” (G-20) yapılanması kuruldu.
G-20 ülkeleri sadece süper güçler ve ya süper güç olmaya aday olan ülkelerin oluşturduğu bir şey değildi. G-20 büyük ve orta derecede güçlerin oluşturduğu bir platform olarak düşünüldü. Ama ne G-8'lerin ne de G-20'nin bugün ciddi işlere imza atamadığı net olarak görülüyor.
Açıkçası tek kutuplu dünya veya ABD'nin tek süper güç olmaya çalışması bugün dünyamızdaki dengeleri ciddi bir şekilde sarsıyor.
Özellikle Gazze'deki soykırıma dünyanın ABD'den çekindiği için ses çıkarmaması, ABD'nin alenen işgali desteklemesi, yine Gazze'den önce Afganistan'ın, Irak'ın Amerika tarafından işgale uğraması aslında tek kutupluluğun ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu göstermeye yetti.
Belki ileride böyle giderse Rusya, Çin veya diğerleri bir süper güç haline gelecek ancak bu da insanlığın sorunları için bir çözüm anlamına gelmiyor.
Çünkü tarihsel olarak baktığımızda aslında Sovyetler Birliği'nin olduğu dönemlerde de dünyada akan kanın, dökülen gözyaşının bugünkünden daha az olmadığını görüyoruz.
Yine Filistin toprakları işgale uğruyordu. Hatta Amerika Vietnam'ı işgal ederken Sovyetler Birliği Afganistan'ı işgal ediyordu. Aslında mesele şu ki dünyada bir veya birkaç süper gücün olması insanlık ve bölgemiz için çözüm değil.
Çözüm adil, insanlığın hakkını, hukukunu koruyabilecek “Yeni Bir Dünya” idealinin hayat bulacağı bir uluslararası gücün ortaya çıkmasıdır. Bugün coğrafyamızdaki ülkeler büyük güç olmaktan çok uzak durumdadır. Eğer bölgemiz tek başına bir ülkeyi süper güç olarak çıkaramıyorsa, o zaman kolektif bir süper güç inşa etmek bizler için şarttır.
Peki, coğrafyamızda kolektif bir süper gücü nasıl oluşturabiliriz?
Şüphesiz bu gücü oluşturabilecek en yüksek potansiyele sahip ülke Türkiye'dir. Türkiye'nin burada çok taraflı, aktif ve ne istediğini bilen bir dış politika izlemesi gerekiyor. Öncelikle Türkiye'nin bölgesel işbirliklerine yoğunlaşması doğru bir yöntem olacaktır.
D-8, Türk Devletleri Teşkilatı, İslam İşbirliği Teşkilatı ve BRICS içerisindeki ülkelerin birçoğuyla ve Avrupa'daki birçok ülkeyle paralel politik, ekonomik ilişkiler geliştirilmelidir.
Özellikle Ankara, Kahire, Riyad, İslamabad ve Tahran arasında sağlıklı bir iletişim ağı ve güçlü bir masa kurulmalıdır. Beş ülkenin başkentiyle kurulacak diyaloglar üzerinden Orta Doğu'da birçok sorunla doğru yöntemlerle mücadele edebiliriz.
D-8 ülkeleri vasıtasıyla İslam coğrafyasına yeni bir soluk getirebiliriz. Brezilya, Venezuela, İspanya gibi ülkelerle de bu konuda ortak çalışmalar yaparak dünyanın ihtiyacı olan iletişim zeminini sağlıklı bir noktaya taşıyabiliriz.
Türk Devletleri Teşkilatı üzerinden Kafkasya ve Orta Asya'da dengeleri değiştirebilir, küresel barışa katkıda bulunabiliriz.
Bu adımlar atılırsa orta vadede yeni bir kolektif süper güç doğabilir.
Yaşanan soykırımlar, katliamlar, zulümler, adaletsizlikler, haksızlıklar, hukuksuzluklar bize gösteriyor ki ister Amerika, ister Rusya, isterse de Çin süper güç olsun hiçbirisi mazlum coğrafyalarda ve bölgemizde yükselen feryatları dindirecek birikim ve tarihi tecrübeye sahip değiller. Bunu ancak bizler yapabiliriz. Bizler ancak adil bir uluslararası sistem inşa edebiliriz. İnsanlığı içinden bulunduğu girdaptan ancak bizler çıkarabiliriz. “Yeni Bir Dünya”nın kurulması zorunlu istikamettir. Buna inanmayanların, mevcut statüko ile çıkış bulunabileceğini düşünenlerin, bu ülke için de bölge için de insanlık için de yapabilecekleri hiçbir şey yoktur.