İSLAMOFOBİ BİR İNSANLIK SUÇUDUR

İSLAMOFOBİ BİR İNSANLIK SUÇUDUR

Batılı ülkeler İslamofobi dozajını her geçen gün artırmaya devam ediyor. Fransa bu konuda öncülüğü kimseye bırakma niyetinde değil. Diğer ülkeler de Fransa’nın ayak izlerini ısrarla takip ettiklerini gösteriyorlar. Geçtiğimiz günlerde Fransa İçişleri Bakanı, “Batı değerlerine aykırı ve ayrılıkçı yayın çizgisi gerekçesiyle” bir yayınevini kapatmak için harekete geçtiklerini bildirdi. Bakan Gerald Darmanin, "İslamcı yayınevi Nawa’nın, özellikle cihadı meşrulaştıran bazı eserleri nedeniyle fesih sürecini başlattım" açıklaması yaptı. Ortada bir suç varsa elbette gereği yapılmalıdır ama “Batı değerlerine aykırılık” iddiası hangi objektif kriterleri içinde barındırıyor olabilir? Kaldı ki Batı’nın ulaştığı yerin, insanlığın geldiği son nokta olduğunu iddia eden, bunu da “Tarihin Sonu” teziyle açıklayan Amerikalı sosyal analist Francis Fukuyama bile yanıldığını açıklamasına rağmen, Fransa neden hâlâ kendilerini en üstün medeniyet olarak tarif etmeye devam ediyor? Öteden beri Fransız tipi laiklik uygulamalarının özellikle İslam karşıtlığı üzerinden kendisini tarif etmesine alışığız ama Fransa’da hatalardan ders alan aklıselim sahibi hiçbir kimse kalmadı mı acaba? İlk ve son dönemini yaşayan Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un bir arada yaşama idealinin temeline dinamit koyan bu türden kararları sonuç itibariyle Fransa’ya zarar vermiyor mu?

Bugün yaklaşık nüfusu 67 milyon olan Fransa’da, 6 milyondan fazla Müslüman yaşıyor. Bu da toplam nüfusun yüzde 10’u demektir. Avrupa Birliği (AB) ülkeleri arasında en fazla Müslüman nüfusu bünyesinde barındıran Fransa, kendi vatandaşlarıyla sürdürülmesi ve anlaşılması güç inatlaşma içine girmekte neden bir beis görmüyor?

Bunun yanında Fransa’da ırkçılık sadece Müslümanlara dönük bir bakış olmanın da ötesine geçmiş durumda. Neredeyse her renkten insana karşı ayrımcılık kalıcı bir hâl almaya başladı. Bir taraftan Irak, Suriye, Lübnan yani Ortadoğu’da ve Afrika’da eski günlerin özlemiyle yanıp tutuşan Fransa’nın, kendi içinde bu niyetiyle taban tabana zıt adımlar atması, “bu ne perhiz, ne lahana turşusu” deyimini akıllara getiriyor.

Diğer taraftan Almanya önümüzdeki hafta bugün sandık başına gidecek. Şu ana kadar ortaya çıkan gelişmeler gösteriyor ki, büyük ihtimalle Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) adayı Olaf Scholz ipi göğüsleyecek. “Hıristiyan Demokratlar neden kaybediyor?” sorusu ayrı bir yazının konusu ama aşırı sağcı parti AfD’nin son yapılan anketlerde yüzde 10’un üzerinden oy alması İslamofobi ve yabancı karşıtlığının Almanya’da da kalıcı hale gelmeye başladığını gösteriyor. Avrupa’da en fazla Türk vatandaşının yaşadığı Almanya’daki bu durum Türkiye tarafından dikkatle takip edilmeli ve bundan önce yaşanan Solingen gibi faciaların tekrar etmemesi için Almanya nezdinde siyasi, sosyal gereken her türlü çalışma yapılmalıdır.

Sonuç olarak İslamofobi Batılı ülkelerde endişe verici şekilde artmaya devam ediyor. Son dönemde Afganistan’da yaşanan kimi olaylar ve ortaya çıkan görüntüler de bu artış için gerekçe olarak gösteriliyor. Küresel güçler rüzgâr ektikleri coğrafyaların fırtınalarından kurtulmak için İslamofobi’yi kullanıyorlar. Tam da bu noktada İslam ülkeleri olup bitenlerden tamamen sorumsuzlar gibi bir çıkarım da yapılmamalıdır. Önce her İslam ülkesi şu soruları kendisine sormak zorundadır; insanlarımız neden kendi ülkelerinde yaşamak istemiyorlar? Neden ilk fırsatta herkes ülkesini terk edip, İslamofobi’deki artışa rağmen Batı’da yaşamak istiyor? Bu soruların cevapları aslında sorunun ana kaynağını teşkil etmektedir. Adaletin, hukukun, temel insan haklarının, şeffaflığın olmadığı İslam ülkeleri maalesef kendi insanları için de yaşanabilir olmaktan her geçen gün çıkmaktadır. Kurumsal aklın olmadığı yönetim anlayışları ile insanlar kendilerini, kendi anavatanlarında güvende hissedemiyor. Tabii olarak İslam ülkelerinin içinde bulunduğu çıkmaz ve zafiyetler yani bütün bu gerçekler İslamofobi’nin bir insanlık suçu olduğu gerçeğini de ortadan kaldırmıyor.

Sonuç olarak başta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok Batılı ülkede İslam ve yabancı karşıtlığı dönemsel olmanın ötesinde hükümet programlarının belirleyicisi olmuş durumda. Dünya zaten krizlerin, salgınların, çatışmaların, terör örgütlerinin vekâlet araçları olduğu bir kuşatmanın tehdidi ile karşı karşıya. İslamofobi maalesef özellikle Batılı siyasilerin popülizme teslim oldukları bir alan oldu. Bu gidişe dur diyebilmenin yolu da başta İslam ülkelerinin yöneticilerine, sonra da Batı’daki sorumluluk sahibi siyasetçi, akademisyen, kanaat önderi gibi toplumlara yön veren insanlara düşüyor.

Mustafa KAYA