Hz. Ömer (r.a.), halifeliği sırasında Şam’a gitmişti. Kendisini karşılayanlar arasında valiyi göremeyince etrafına toplanan şehrin ileri gelenle¬rinden, “Kardeşim Ebû Ubeyde nerede?” diye sorduğunda, “Şimdi gelir” dedi¬ler. Az sonra da Ebû Ubeyde geldi.
Hz. Ömer (r.a.), valisinin yaşantısını görmek istiyordu. “Haydi, kardeşim sizin eve gidelim” dedi. Birlikte eve geldiler. İçeriye gi¬ren müminlerin emîri, evin içinde kılıcı, zırhı ve birkaç parça da ev eşyasından başka bir şey göremedi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.), “Senin bunlardan başka bir şeyin yok mu?” di¬ye sorunca, Ebu Ubeyde (r.a.), “Bunlar benim ihtiyacım için kâfidir” diye cevap verdi. Hz. Ömer (r.a.), “Misafirine bir şey ikram etmeyecek misin?” diye sorunca, Ebu Ubeyde kalkıp eski bir küp getirdi. İçinde kurumuş ekmek parçaları çıkarınca, gözleri yaşla dolan Hz. Ömer (r.a.), “Ey Ebû Ubey¬de! Vallahi sen hariç dünya hepimizi değiştirdi” diyerek ağlamaya başladı.
Allah onlardan razı olsun! Hiçbir şey onları değiştiremedi. Onlar yokluk içindeyken de takvalı yaşadılar. Varlık içindeyken de takvalı yaşadılar…
Onlar, açlıktan karınlarına taş bağlarken de ezanı duyunca kalkıp sabah namazına koştular, dünya ayaklarının altına serilip, Bizans’ın, Kisra’nın hazinelerine sahip olduklarında da ezanı duyunca namaza koştular…
Onlar, zayıfken ve kimse onlara destek vermezken de affetmesini, merhametli ve alçak gönüllü olmasını, kardeşliklerini korumayı başardılar; kalabalık ordulara hükmedecek, bir parmak işaretiyle kelle alıp, koca imparatorlukları yönetecek güce ulaştıklarında da merhametli olmasını becerdiler.
Asla elitleşmediler, bozulmadılar, ne hayat tarzlarından ne de ideallerinden zerrece taviz vermediler. Çünkü onların ölçüsü Efendimizin (s.a.s.), “Sizden en çok sevdiklerim ve en yakınlarım, bana benden ayrıl¬dıkları hâl üzere kavuşacak olanlardır” (Müsned) ilkesiydi…
Onlar, imanlarıyla, takvalarıyla, heyecanlarıyla Rasûlullâhın yanında nasıllarsa ondan sonra da aynı kalmak ve ona bu hâl üzere kavuşmak için gayret ettiler…
Asgari ücretle çalışırken camiden çıkmayan; müdür olunca Cuma’dan Cuma’ya camiye uğrayanlardan olmadılar. Garibanken mahalle sohbetinde diz kırıp gözyaşı döken; zenginleşince sadece bürokratların, tüccarların ve makam sahiplerinin katıldığı sohbetlerde boy gösterenlerden olmadılar…
Cebinde metelik yokken faize karşı çıkıp; parayı bulunca bu işler faizsiz olmaz diyenlerden, ihaleyi, repoyu, borsayı, dolgun banka hesaplarını keşfedince tanınmaz hale gelenlerden olmadılar…
Ellerinde para yokken takvadan bahseden; biraz mal ve makam yüzü görünce ahlakını, kimliğini ve şahsiyetini kaybedenlerden olamadılar. Malları ve makamları artınca eski dostlarını, kardeşlerini, akrabalarını, garipleri terk edenlerden, telefonlarını bile açmayanlardan olmadılar…
Eski mahallelerinde otururken düğünlerini İslami prensiplere göre yapıp; elit bir çevreye sahip olunca yıllardır eleştirdikleri düğünlere bile taş çıkaracak, hiçbir İslami prensibin ve ilkenin tanınmadığı düğün ve nişan merasimleri yapanlardan olmadılar…
Eskiden sakala, tesettüre, mahremiyete İslami kimliğin ölçüleri olarak bakarken; elitleştikçe sakallarını kısaltan, zenginleştikçe tesettürünü değiştiren, güçlendikçe toplantılarını kadın-erkek karışık yapan, ailesini bile böyle ortamlara sokmaktan çekinmeyen, haremlik-selamlığa gülüp geçen, karşı cinsle tokalaşmayı, şakalaşmayı, sarılmayı bile normal görenlerden olmadılar…
Sayıları azken İslam kardeşliğinden ve davadan bahseden; kalabalıklaşınca, mallarını, makamlarını, statülerini, kazanımlarını kaybetmemek için yıllardır tanıdıkları, bildikleri dostlarını ve kardeşlerini bile gözlerini kırpmadan harcayacak şekilde değişenlerden olmadılar…
Allah onlardan razı olsun! Onlar, dünyanın değiştiremediği adamlardı…
Abdülaziz KIRANŞAL