Dünya ikinci Trump dönemine hazır mı?

1945 yılının son aylarında İkinci Dünya Savaşı'nın yakıp yıktığı, bir zamanlar "Faşizm'in Babası" olarak anılan Benito Mussolini’nin milyonluk mitingler düzenlediği, antik Roma İmparatorluğu'nun hayaliyle kalabalıkların tezahürat yaptığı İtalya'nın başkenti Roma'da durum çok farklıydı: İtalya savaşta yenilmiş, Roma şehir savaşlarında birkaç kez el değiştirmiş ve sonunda şehir Amerikan-İngiliz güçlerince işgal edilmişti.
Bir zamanlar "Yeniden Büyük Roma" naralarının atıldığı Roma sokaklarının şimdi Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ordusu tek hakimi olmuştu.
İtalya ve Almanya'nın İkinci Dünya Savaşı'nda yenilmesiyle ilgili bana sorarsanız onlarca sebep söyleyebiliriz. Fakat en büyük sebeplerden birisini, 1945 sonlarında, yenilmişliği, umutsuzluğu Mussolini'den sonra harabe bir devleti devralan Alcide Gasperi açıklamış ve "Politikacılar seçimleri (kazanmayı), devlet adamları ise gelecek nesilleri düşünür" sözleriyle ortaya koymuştu.
Gerçekten de Avrupa'nın İkinci Dünya Savaşı’nda harabeye dönmesinin temel sebeplerinin başında, ne pahasına olursa olsun seçimleri kazanmayı ve savaşları kazandıkları seçimler üzerine inşa etmeyi her şeyin önünde gören mesuliyetsiz ve fanatik liderler vardı.
Üstelik Gasperi bu sözleri 1940'lı yıllarda söylese de maalesef bugünün dünyasında bu sözler hala geçerliliğini koruyor.
Bugün Filistin'de 30 binden fazla insanı katleden "Gazze Kasabı" İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu tıpkı faşist Mussolini ile aynı motivasyona sahip. Mussolini "Büyük Roma" için yanıp tutuşurken ve bu yolda başta Libya halkı olmak üzere on binlerce masumu katlederken, Netanyahu da "Büyük İsrail" hayaliyle Gazze'de tarihte eşine az rastlanır bir soykırım uyguluyor. Sallanan koltuğunu adeta döktüğü kanlarla sağlamlaştırmaya çalışıyor.
Bugün yaşananlarla "dün" arasında paralellik kurduğumuzda Mussolini ve Hitler’den izler taşıyan bir Netanyahu profili ile karşı karşıya olduğumuz açıktır. Tarihin adeta tekerrür ettiği bu günlerde ihtiraslı bir şekilde ABD Başkanlık koltuğuna oturmak isteyen Donald Trump ise hangi sıfatı taşımaya aday, biraz da onun üzerinde düşünmeye ihtiyaç var.
ABD siyasetini yakından izleyenlerin de bildiği gibi Trump, son 2 haftada iki önemli zafer kazandı. İlk zaferi Federal Mahkeme’nin yerel mahkemelerin Trump aleyhindeki kararlarını bozması oldu. Böylece Trump'ın önündeki hukuki engeller kalktı.
İkincisi ise Cumhuriyetçi Parti içerisindeki Trump'ın son dişli rakibi Nikki Haley de adaylıktan çekildiğini açıklamasıydı. Bu karar ile birlikte Trump partisinin rakipsiz Başkan aday adayı haline geldi.
Üstelik yapılan anketler Trump'ın hemen hemen tüm tartışmalı eyaletlerde mevcut başkan Joe Biden'den önde olduğunu ve en az 5-6 puan fark attığını gösteriyor.
Tüm bu yaşananlar bize olağanüstü bir gelişme yaşanmazsa dünya yine bu kez daha öfkeli ve daha hırçın bir Trump iktidarı ile karşı karşıya kalacağımızı ortaya koyuyor.
Peki, Trump iktidarı dünya için ne vadediyor?
Açıkçası Trump bugünkü Biden iktidarından geri kalmayacağını, hatta bazı açılardan daha ileri adımlar atacağının işaretlerini veriyor.
İlk olarak Filistin'e baktığımızda Trump'ın kendisinin ve Evanjelik danışmanlarının hazırladığı sözde "Barış Planı” ile Kudüs'ü tamamen İsrail'e teslim etmeyi ve İsrail'e bağlı uydu bir yönetim kurarak Filistin'in varlığını tamamen ortadan kaldırmayı hedefliyor.
Zaten hatırlanacağı gibi Trump o zamana kadar hiçbir ABD başkanının cesaret edemediği şekilde, elçiliğini Kudüs’e taşımış, hatta Sırbistan gibi ülkeleri de oldubittiyle buna zorlamıştı.
İbrahim Anlaşmaları çerçevesinde Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn gibi ülkelerin İsrail ile normalleşme adımlarını atmıştı.
O günlerde Türkiye’de özellikle iktidar çevreleri ülke çıkarlarının Trump ile daha kolay korunacağına dair algıya sahip idiler. Şimdi ne düşünüyorlar bilinmez ama şu bir gerçek ki, son tahlilde aslında Biden ve Trump arasında Türkiye açısından bir fark yoktur. Hatta bazı durumlarda Trump’ın öngörülemezliği daha da vahim sonuçlar doğurabilir. Rahip Brunson davasında gösterdiği yaklaşım, iktidar tarafından yanıtsız bırakılan mektubu, tehdit dolu sosyal medya paylaşımları dikkate alındığında bu durum daha net anlaşılabilir. Burada üzerinde düşünülmesi gereken şey, ABD’ye kimin başkan olacağı değil, Türkiye’nin dış politikasını nasıl yürüteceğidir.
Diğer taraftan Trump, Türkiye ve Suudi Arabistan'ı İran'la karşı karşıya getirmeyi hedeflediğine dair işaretler ortaya çıkmaya başladı. Gerekirse sıcak savaş bile onun için başvurulacak bir yöntem olabilir. Trump, Suriye başta olmak üzere Ortadoğu'da bölücü terör örgütlerine desteği artırarak İsrail'in elini güçlendirmeyi öngörüyor. Daha önce dile getirdiği Ortadoğu’dan Amerikan askerlerinin çekileceğine dair açıklamasını tekrarlaması bu şartlarda hiç de mümkün değil.
Trump, Avrupa’ya ise Rusya üzerinden ayar vermeyi sürdürecektir. Daha da ilerisi son aylarda durağanlaşan Türkiye - Rusya ilişkilerini fırsat bilerek, Putin ile kapalı kapılar ardında anlaşıp, Türkiye’yi de köşeye sıkıştırmayı hedefleyebilir. Son NATO Zirvesi’nde Ukrayna’nın üyeliğini açıkça destekleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin arasında ilişkiler eskisi gibi değil. İşte bunu fırsat bilerek, aynı zamanda NATO’yu da Biden yönetimi gibi önemsemeyen Trump’ın Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin daha da yara alması yönünde adımlar atabilir.
Diğer yandan Trump, Çin ile de yeni bir ticari savaşın hesaplarını yapıyor. Bu noktada son G-20 Zirvesi’nde açıklandığı şekliyle Hindistan üzerinden Avrupa’ya uzanan ve İsrail’in merkezde olduğu ticaret yolunun daha hızlı bir şekilde yol alması için çalışabilir. Bu ticaret yolunda Gazze çok önemli bir konuma sahip. Dolayısı ile Trump’ın Gazze’nin tamamen İsrail kontrolüne girmesi isteyeceği bir sonuç olacaktır. Yani hangi açıdan bakarsanız bakınız, 2. Trump dönemi çok bilinmeyenli bir denkleme dönüşebilir. İşte bölgemiz yeni bir Trump - Netanyahu ortaklığının kirli planlarıyla karşı karşıyayken her zamankinden daha fazla bir ve beraber olmaya ihtiyacımız var. Bölge ve İslam ülkeleri olarak aramızdaki sorunları en başta konuşabilmeyi başarmalı ve bir an önce Evanjelik-Siyonist ittifakın oyunlarını bozabilmeliyiz.
Mustafa Kaya