Cumhurbaşkanı adayı ve çalışma yöntemi tartışmalarına dair…
- 09-01-2023 13:55
- 09-01-2023 13:56
- 1652
Cumhurbaşkanı adayı ve çalışma yöntemi tartışmalarına dair…
Malum olduğu üzere demokrasi kavramı Yunanca “demos” ve “kratos” kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur. Buradan halkın kuralları belirlemesi gibi bir anlam çıkarılabilir. Aslında halkın doğrudan yönetimin bir parçası olması söz konusu iken sonraları nüfusun artışı gibi sebeplerle seçtikleri aracılar ile temsil edilmesi yeterli görülmüştür. Bu süreçte kamunun bir şekilde yer alması ise temsili demokrasilerde hep arzu edilmiştir. Yani halkın kendisini “temsil” edecek ve yönetecek “vekiller”i seçmenin ötesinde alınacak kararlarda etkin bir şekilde görüş belirtmesi sağlıklı demokrasilerde ve “adil” toplumlarda vazgeçilemeyecek bir unsurdur. Kamunun dâhil olması genellikle yine bireylerin bir araya gelerek kendilerine temsilci belirlemeleri ve onların siyasi karar alıcılarla istişareleri ile mümkün olabilmektedir.
Sivil toplum kuruluşları denilen bu oluşumlar devlet ya da hükümet ile halkın arasında bir irtibat kurarak isteklerin iletilmesine imkân vermektedir. Halkın seçimlerden seçimlere kadar kendisini yönetecek vekillere yetki vermesinin çok da yeterli olmayacağı kanaatiyle seçimler arasındaki dönemlerde de taleplerini iletebilecekleri bir sistem artık genel kabul görmüş bir rejimdir. Seçimlerde oy kullanmanın ötesinde halkın karar alma sürecine anlamlı bir katkı sağlama imkânlarının oluşturulabildiği uygulama biçimine siyaset biliminde “katılımcı demokrasi” adı verilmektedir.
Demokrasi serüveninin geldiği nokta hâlâ tartışma konusu iken hatta geçen yüzyıl için “artık tarihin sonu geldi” söylemleri ilgiyle tartışılırken bazı ülkelerde hâlâ bırakın demokrasinin nasıl daha sağlıklı işlemesi üzerine düşünce üretmeyi, seçimlerin nasıl yapılacağı bile tartışılmaya devam etmektedir. Seçim denilen mekanizma aslında oldukça basit bir şekilde bireylerin tercihlerini belirtebilecekleri gayet sıradan bir uygulamadır. Ama her seçimden önce iktidarların kendi menfaatlerine olacak şekilde seçim kanunları ve düzenlemeleriyle istedikleri gibi oynayabilmeleri normal karşılanmamalıdır. İktidarın kendi lehine olacak şekilde seçim usullerine müdahale etmesi ve bunu geri kalan siyasi partilere dayatması en azından demokrasi ayıbıdır. Elbette dezavantajlı bir kurallar manzumesiyle seçimlere girmek de muhalefet için daha fazla efor sarf edilmesi demektir.
Böyle ortamlarda zaten halkın siyasi karar alma süreçlerine katkısı en asgari düzeydeyken bir de manipüle edilerek iktidara menfaat sağlamak kesinlikle kabul edilemez. Seçimlere çok az bir süre kalmışken halkın kullanacağı oyların nasıl sayılacağı, tasnif edileceği ve seçim güvenliği gibi problemin ötesinde oy kullanma sürecine olan güveni de zedelemektedir.
Eğer vatandaşların alınacak kararlarda ne kadar etkin oldukları önemli bir husus ise o zaman bu katılımın mümkün olabilecek en üst seviyeye getirilmesinin imkânlarına bakılmalıdır. Tabii ki katılımcı demokrasinin “doğrudan” demokrasi olmadığının farkında olmak lazım ve “temsili” demokrasilerde sürecin mümkün olabildiğince doğrudan katılıma yakın olmasına dikkat edilmelidir.
Siyasi olarak “aktif” vatandaşların merkezde olduğu/olacağı veya olması gerektiği bu tür yönetimlerin çoğu zaman sahadaki hakikatler ile uyuşmadığı söylenebilir. Realist olmak gerekirse katılımın her zaman istenildiği seviyede olamayacağı da unutulmamalıdır. Halkın sık sık değiştirilen seçim sistemleri veya ekonomi ve hukuk gibi siyasetin biraz dışında kalan unsurların da etkisiyle istediği neticelere erişemediği durumlarda güven yitimi ve bezginlik de söz konusu olabilir. Hâlbuki vatandaşlara taleplerini doğrudan veya dolaylı olarak iletebilecekleri mekanizmaların sunulmasıyla onların da sisteme inanç ve güvenleri sağlanmış olacaktır.
Ülkemizde son günlerde cereyan eden tartışmalarda öncelik seçim tarihi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bilindiği üzere demokratik rejimlerde seçimlerin yapılması daha doğrusu tekrarlanması gereken dönemler önceden bellidir. Ülkelere göre genellikle dört veya beş yılda bir yapılan seçimler ile halkın mevcut iktidarın gidişatından memnun olup olmadığı ve değiştirmek isteyip istemediği sorulmaktadır. Ancak bu gerçeğe ve seçmenin kanaatine başvurmak belirleyici olması beklenirken mevcut Cumhurbaşkanı’nın tekrar (ikinci veya üçüncü defa) aday olup olmamasına göre seçim tarihi belirlenmeye çalışılmaktadır. Zamanında yapılacak seçimlerde ikinci dönemin bitip bitmeyeceği tartışmalarının gölgesinde seçim tarihi üzerinde uzlaşma veya anlaşma hatta bir dayatma söz konusudur.
Demokrasilerde elbette “erken seçim” denilen yöntem de mevcuttur ve iktidardaki siyasi parti zaman zaman seçimlerden önce halkın görüşünü almaya ihtiyaç duyabilir. Ama mevcut ortamda iktidar için halkın “katılımı” ve görüşünün alınması değil, ne olursa olsun iktidarın kazanma hesapları öne çıkmış durumdadır. İktidar halkı ikna etmeyi değil, siyaset mühendisliklerine kafa yormaktadır. Basit olması gereken süreç bu yüzden dünyanın hemen hemen başka hiçbir ülkesinde olmadığı kadar hararetli tartışmalara sebep olmaktadır. Durum böyleyken ülkemizde demokrasinin sağlıklı bir şekilde işlediğine inanmak çok zordur.
Kamunun katılımının önemli olduğundan bahsetmek de sanki bu kısır tartışmaların yapıldığı bir ortamda ne kadar faydalı olabilir çok da emin değilim. Ama şurası bir gerçek ki, mevcut iktidarın halkı son yirmi yıldır çok da kabul edilemeyecek söylemlerle partilerin birlikte hükümet etmelerini zararlı ve hatta yıkıcı olduğu görüşüne inandırmayı bir şekilde başardığı söylenebilir. Hâlbuki hâlihazırdaki mevcut iktidarın da içinde bulunduğu ittifak sistemi de birlikte yönetme modelidir, aslında bu da teknik olarak bir koalisyondur. Toplumun farklı kesimlerinin yönetimde seslerini duyurabilme imkânının olduğu yöntemler bu türden yürütme yöntemleridir.
En son yapılan Altılı Masa partilerinin toplantısında vatandaşlarının sorunlarının farkında olunduğu ve bunlara çözümlerin hazırlandığı belirtilmiştir. Bu ittifakla ilgili olarak cumhurbaşkanı adayının belirlenme yöntemi ve seçimler kazanıldıktan sonra yeni dönemin nasıl işleyeceği konularında da kamuoyunda bazı tartışmalar olduğu görülmektedir.
Mesela, seçildikten sonra cumhurbaşkanının diğer partiler ile istişare yapmasının sanki bir zayıflık olarak sunulması yine başka algı operasyonun bir parçasıdır. İddialara göre “halkın çoğunluğunu almış bir cumhurbaşkanının seçimden sonra oyları nispeten düşük olan siyasi parti liderleriyle istişare ve müzakere yapmasının kabul edilemeyeceği” gibi akla ziyan söylemler üretilebilmektedir.
Bu tür iddialarda bulunmak bile aslında ülkemizin içine düştüğü durumun ne kadar hazin olduğunun bir göstergesidir. Halkı, seçimlerde en fazla oy almış yöneticinin iki dudağının arasından çıkacak kararlara mahkûm etmenin “normal” sayılması gerektiğine inandırmaya çalışmaktır.
Seçimlerde alınan oy sayısı ile seçilen kişi kim olursa olsun elde edilen gücün ve iktidarın mutlak sahibi olduğunu düşünmenin demokrasinin ruhuna uygun olmadığı açıktır. Bilmem ne kadar oy almış bir cumhurbaşkanının kendisinden katbekat daha az oy almış bir siyasi liderden “emir alması” gibi karikatürize edilen bu durum doğru olmadığı gibi ülkemizde demokrasi kültürünün aldığı yaraların da bir göstergesidir.
Saadet Partisi Genel Başkanı Sayın Temel Karamollaoğlu’nun da son basın toplantısında belirttiği üzere:
“Masa;
-Birlik ve beraberlik,
-Dayanışma ve paylaşma,
-İstişare,
-Samimi sohbet ve
-Buluşmak için adil bir zemindir.
Cumhur İttifakı’nın sembolü Tekli Koltuk ise;
-Kutuplaşma ve ayrışma,
-Hırs ve bencillik,
-Tahakküm,
-Sadece emir verme ve
-Eşitsizlikleri büyütmektir!”
Eline geçirdiği gücü hesapsızca kullanmak yerine farklı görüşler ve farklı kesimlerin taleplerine cevap vermeye çalışılması, elbette sağlıklı işleyen bir demokrasi için arzu edilen bir yöntemdir.
Tekli koltuğun seçimlerde elde ettiği yetkiyi dilediği gibi kullanarak ve kararları tek başına kimseye danışmadan alarak hataya düşmesi kaçınılmazdır. Nitekim ülkenin geldiği noktada ekonomiden dış politikaya, eğitimden tarım politikalarına kadar her alanda tek başına alınan kararların birçoğunun yanlışlıkları bariz bir şekilde görülmektedir.
Ülkemizin birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulduğu şu ortamda müzakereler ile dayanışma ve paylaşmaya yönelik yeni bir düzene de ihtiyaç duyulduğu aşikârdır. Çabuk, hızlı ve tek elden alınan kararların çoğu zaman fayda yerine zarar getirdiği görülmekte ve yaklaşan seçimlerde bu yöntemin değiştirileceğine olan inancımızın tam olduğunu belirterek bitirmek istiyorum.