Bir Kırılma Noktası Olarak 11 Eylül

Tarihler 11 Eylül 2001'i gösterdiğinde, ABD'nin New York kentinde Dünya Ticaret Merkezi'nin İkiz Kuleleri’ne uçaklar ölüm dalışları yapıyordu. O esnada Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Savunma Bakanlığı'nın (Pentagon) binasında da patlamalar meydana gelmişti. 3 binden fazla sivil insanın hayatını kaybettiğinin açıklandığı bu saldırılar dünyada şok etkisi uyandırmıştı.

Daha sonra ABD basını dönemin Başkanı George W. Bush'un yeni saldırı endişesiyle “Air Force One” uçağında F-16'ların koruması altında 24 saat havada tutulduğunu yazacaktı.

Söz konusu gelişme dünyada yeni bir kırılma etkisi olacağı çok geçmeden ortaya çıktı.

Soğuk Savaş'tan galip çıkan ABD dünyayı yeni ve adı tam olarak konulamayan bir gerginlik ve savaş sürecine sokacaktı.  

"Küresel Terörizmle Savaş" ismi verilen bu yeni ve muammalı savaşın ilk sinyalini aslında 1990 yılında İngiltere'nin Başbakanı Margaret Thatcher vermişti.

İngiltere Başbakanı, "Komünizmi yendik yeni tehlike radikal İslamcılar" demişti.

İşte bu açıklamanın arazide karşılık bulduğu savaş 11 Eylül ile beraber başlamış oldu. Üstelik bu savaş diğerlerine hiç benzemiyordu. W. Bush'un ilk günlerde "Haçlı Seferleri" olarak tanımladığı bu savaşta düşman olarak görülen herhangi net bir tanım yoktu.

"Düşman" diye nitelendirilen yüzü kapalı kimliği belirsiz kişilerin ekranlara yansıyan konuşmalarıyla içi doldurulan bir senaryo gibi duruyordu.  Bu savaşta mekân tanımı da net değildi. "Düşman" her zaman her yerde olabilirdi. Batı medyası da bu yeni tip savaşa "hazırlıksız" yakalanmıştı. El-Kaide-Taliban sık sık karıştırılıyor, bazen "radikal selefi gruplar" olarak Şii Lübnan Hizbullah’ının görüntüleri oynatılıyordu.

Yani dünyada gerçekten tam bir cinnet hali mevcuttu. Tüm Müslümanlar olağan şüpheli olarak görülüyordu. Hatta ABD'de de Müslüman olduğu sanılan Hint kökenli Sikh (uzun sakalı ve başındaki sarığından dolayı Müslüman sanılmıştı) bir şahıs bile katledilmişti.

İşte bu ruh hali ile 2001 yılının Ekim’inde Afganistan işgal edildi. 2003 yılında ise ABD ve İngiltere’nin başını çektiği koalisyon, "Saddam Hüseyin’in kimyasal kitle imha silahları var" diyerek Irak'ı işgal etti. Afganistan işgali 20 yıl sürerken Irak'ta ABD hala mevcudiyetini koruyor. Aslında bu "savaştan" İsrail ve İslam dünyasının ABD güdümündeki liderleri faydalandı. İsrail, HAMAS ve İslami Cihat başta olmak üzere bazı Filistinli gruplar "radikal" örgütler olarak tanımlandı.

Kimi İslam ülkelerinin yönetimleri ise hem maddi olarak ABD'ye destek verirken, hem de ülkesindeki muhalifleri "radikal" diye hedef almaya başladı.

İşte tam da bu dönemde ABD, İslami tandanslı hareketleri daha da sıkıştırmak için Büyük Orta Doğu Projesi’ni (BOP) devreye soktu.

Bu planla ilgili olarak ABD yetkilileri, "İslam dünyasındaki radikal akımlarla mücadele" konseptini ileri sürmüştü. Köklü İslami hareketler damgalanmaya başlamış, "uyum içinde" olmayan herkes hedef alınır olmuştu. İşte bu adımlar saksıda büyütülmüş yeni örgütlerin temellerini attı. Başta Suriye ve Irak'ta olmak üzere bu örgütler tarafından yapılan katliamların hatırlanması bugün bile tüyleri ürpertiyor.

Ezcümle 2001 yılında aktif merhaleye geçen bu cinnet halinin bugün İslam dünyasına nelere mal olduğunu görüyoruz. Operasyonel düzenlemeler nedeniyle bugün artık İslam dünyasının birçok noktasında iç savaş, yenilmiş devrimler, işgaller var. Bütün bu karmaşık ve çok bilinmeyenli denklemler içerisinde Gazze gibi önemli bir konuda dahi İslam ülkeleri net bir tavır sergileyemiyor. Batı medyası ise 2001'deki kullandığı dil ile aynı dili kullanmaya devam ediyor. Korku iklimi her geçen gün daha da genişliyor. Fakat 11 Eylül döneminden farklı olarak dünya halkları da olup bitenlerin farkına varmaya başladı. 2001 yılında küresel siyasette kırılan fay hattından sonra dünyada yeni bir "sağlam zemin" bulmak artık dünyanın geleceği açısından çok önemli. Bu zemin bulunamazsa insanlığı çok karanlık günler bekliyor.

Mustafa Kaya