Batı, Bu İktidarın Devam Etmesini mi İstiyor?

Batı, Bu İktidarın Devam Etmesini mi İstiyor?

Geçtiğimiz çarşamba günü (22 Haziran) Amerika Birleşik Devletleri’nde yayınlanan Foreign Policy dergisinde Türkiye hakkında bir değerlendirme yer aldı. Gerçi dergi “Medeniyetler Çatışması” teziyle meşhur olmuş Samuel P. Huntington tarafından 1980’lerde kurulmuş ve daha sonra Demokrat Parti’ye yakın bir yayın politikası izlemiş olsa da benzer diğer dergiler gibi ABD’nin çıkarlarını öncelediğini söylemek gerekir.

Dergi Washington Post gazetesinin bünyesinde yayın hayatına devam etmektedir. Muhtevasının akademik olmayıp daha kolay okunabilir olmasına dikkat edildiğinden okuyucu kitlesinin de bir hayli fazla olduğunu söylemek mümkündür.

Foreign Policy Araştırma Enstitüsü Orta Asya Araştırmacısı Maximillian Hess tarafından kaleme alınan değerlendirme duygusal bir yorum içermediği gibi gayet açık-seçik ve net bir biçimde yaşanan gelişmeleri sıralayıp Batı’nın bu iktidara her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğunu belirtmektedir. Bu değerlendirmelerde Türkiye veya iktidar da denilmemekte, doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan işaret edilmektedir. Yani mevcut hükümet sisteminin doğal sonucu olarak muhatabı Türkiye değil, yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı görülmektedir.

Bu ihtiyaç meselesi ise yazarın sıraladığı pek çok sebepten ziyade Batı’nın Türkiye aracılığıyla Rusya’yı nasıl kontrol altında tutabileceği daha doğrusu kontrol etmesi gerektiğine kadar gelmektedir. Böyle bir yazı muhalefet için yazılmış olsaydı, şimdi Türkiye bununla çalkalanıyor, her akşam ekranlarda arz-ı endam eden kadrolu yorumcuların “Batı bu iktidara tuzak kuruyor, ey millet uyanın!” tarzında cümlelerini duyuyor olacaktık.

Mesela, makale Rusya’nın Ukrayna saldırısının Türkiye’nin jeo-stratejik önemini tekrar ortaya çıkardığı belirtmektedir. Türk İHA ve SİHA’larının katkısı ve Türkiye’nin şubat ayında Boğazları savaş gemilerine kapatması önemli bir adımdı denmektedir. Yani Batı dünyası sığınmacılar için tampon ülke olarak gördüğü Türkiye’yi kendince şimdi de Rusya’ya karşı set olarak konumlandırmaktadır.

Bu arada Türkiye’nin insansız hava araçları ile ilgili elde ettiği başarıların siyaset üstü bir anlayışla sürdürülmesi gereği milli güvenlik açısından son derece önemlidir. Çünkü mevcut iktidarın bu çalışmalara sahip çıkması için ne kadar zor ikna edildiğinin bizzat şahidiyim. Şimdi verilen destek değerlidir ama bu saatten sonra iktidara kim gelirse gelsin bu proje artık bu ülkenin ortak projesi haline dönüşmüştür.

Ayrıca makaleye tekrar dönersek, boğazların kapatılmasını öne çıkarıyorlar ama Türkiye’nin bugünkü tarafsızlık pozisyonunu sağlayan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni ortadan kaldırmayı tartışan da bu iktidardı. Ukrayna ile İHA’lar özelinde savaş öncesi yaşanan proje ortaklığı ile oluşan birliktelik, savaşın başlarında öne çıkarıldı ama şimdilerde bu dilden de vazgeçildi. Şükür ki Türkiye devlet aklı devreye girdi ve bu tartışmalar son buldu. Burada Türkiye Rusya’ya karşı tampon olmayı değil, tarafsız olarak hem kendi hem de bölgesel barışı korumayı hedefledi.

Bununla birlikte Türkiye’nin Ukrayna’nın tahılının dünyaya satışına aracılık etme teklifi Rusların liman kontrolünü kaybetmelerine sebep olabilecektir şeklinde yapılan değerlendirme pek de mantıklı görünmemektedir. Daha yeni tahıl koridorunun açılması için yapılan girişimler olumlu sonuç vermiş durumdadır. Ancak sorunun sadece Ukrayna ile çözülemeyeceği de çok açıktır. Bu durumda aslında limanların kontrolü Rusya’dadır ve Putin onay vermediği sürece gemiler hareket ettirilememektedir. Bu durumda Türkiye neden Rusya’yı karşısına almak gibi bir yanlış yaparak kendisini sıkıntı içine soksun sorusu anlamlı hale gelmektedir.

Batı, bu makalede de ortaya konulduğu gibi iktidara Rusya’ya uygulanan ekonomik ambargo ve her çeşit yaptırımların daha etkin olması için ihtiyaç duyulduğunu düşünmektedir. Ukrayna gemileri limanlarda bekletilirken Rusya’nın Karadeniz yoluyla ihracat yapabilmesi yaptırımların gücünü kırmaktadır denilmektedir. Rus oligarkların Türkiye’ye yerleşmelerinin yanı sıra Türkiye’nin hali hazırda Rus ödemelerine sınır getirmemesi de Rusya’ya bir nefes olmaktadır yorumuna yer verilmektedir. Bütün bunlar batının Halbuki Türkiye’nin de yaptırımlara doğrudan katılması ile açılan delik kapanacaktır denmektedir. Bütün bunlara evet demek Türkiye’yi taraf olmaya zorlamak, tamamen Batı ile hareket etmesini sağlamak olacaktır ki, bu tam anlamıyla Türkiye’yi hedef ülke haline getirecektir.

Türkiye’nin Avrupa enerji hatlarının geçiş noktası olması hatta Kıbrıs ve Akdeniz gazının da Avrupa’ya aktarılmasında öneli bir rol oynayacaktır.

Ancak EastMed’den desteğini çeken ABD Türkiye ile İsrail’in yakınlaşmasını teşvik ederken, şimdi AB İsrail ve Mısır arasında yapılan gaz anlaşması ile de Türkiye’ye mesaj vermeyi ihmal etmemektedir.

Buraya kadar Batı’nın Türkiye’ye ya da daha spesifik olarak bu iktidara kendi menfaatleri doğrultusunda Rusya’ya karşı bir kontrol aracı olarak ne kadar ihtiyaç duyduğu konusunda sanırım kimsenin bir itirazı olamaz. Yine benzer şekilde bu yazıda Türkiye’nin son dönemde Batı’dan neden uzaklaştığı konusunda da herkesin bildiği tarafsız yorumlara yer verilmiştir.

Aslında bu iktidar Batı’ya açık çek vermenin acı sonuçlarıyla ülkeyi karşı karşıya bırakmıştır.  Suriye meselesinde Obama’ya güvenmek çok yanlış bir karar olmuştur. Büyük Ortadoğu Projesi’ne destek vermek büyük bir stratejik hata olarak ortaya çıkmıştır. Bu desteklere rağmen, Türkiye 15 Temmuz gibi felaket bir güne uyanmıştır. Türkiye Batı blokundan hızla uzaklaşmasının en geçerli sebebi işte bu sebeple 2016 yılında gerçekleşen darbe girişimi ile olmuştur. Türkiye bu konuda açıkça ABD’yi darbenin arkasında olmakla suçlamıştır. Üstelik NATO müttefikleri Türkiye’den Patriot savunma füzelerini çekmişler ve daha da ileri giderek Rus jetinin Türk hava sahasını ihlal etmesinden dolayı düşürülmesi konusunda bir NATO üyesi olan Türkiye’nin yanında yer almamışlardı. Dolayısıyla, Türkiye’nin giderek Rusya tarafına geçmesi hele savunma füzeleri sağlaması ile daha anlaşılır hale gelmiştir. Gerçi Türkiye ve Rusya Suriye ve Libya gibi konularda her zaman tam anlamıyla anlaşamasalar da ikili ilişkileri hep açık tutabilmişlerdir.

Yazının asıl konusuna tekrar dönecek olursak, bugün itibarıyla Türkiye’ye, Rusya tarafından kendi tarafına geçmesi için Batı, ne tür bir havuç teklif etmelidir? Mevcut ekonomik şartlar (yüzde 75 enflasyon ve hayli artan döviz kurları) göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’nin yabancı sermayeye her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğu çok açıktır. Suudi Veliaht Prensi Muhammed b. Selman’ın ziyareti ardından yapılan yorumların çoğunluğu ekonomi üzerine olmuştur. İlginç bir şekilde yazar bu noktada ABD ve Avrupa Birliği merkez bankalarının swap anlaşmaları yapmaları ihtimalinden bahsetmektedir. Böylece ekonomik olarak biraz nefes alacak, Cumhurbaşkanı Erdoğan daha yakın ortaklığa yanaşacaktır. Ancak Batı bunu bir hesap üzerine verecektir. İktidarın bölgesel ve küresel dengeleri dikkate almadan seçim yatırımı olacağı düşüncesiyle böyle bir teklife olumlu yanaşma ihtimali ciddi bir şekilde ortadadır.

İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerini veto etmekten bahsederken Suriye’de operasyon yapma elini güçlendirmektedir. Ama bilindiği gibi Türkiye’nin operasyon niyetinden hemen sonra gerek Rusya ve gerekse ABD Suriye’nin kuzeyinde karşı hamlelerde bulunarak bir çeşit gözdağı vermişlerdir.

Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik zorluklar bugüne kadar ikili ilişkilerde Türkiye’yi geri adım atmaya zorlamaktadır. Elbette Batı, bu durumun farkındadır ve Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışmaktadır. Halbuki bu iktidar özellikle son dönemlerde dış siyaseti içeride bir malzeme olarak kullanmasaydı bu tür savrulmaları da yaşamayacaktık. Uluslararası ilişkiler karşılıklı menfaatler doğrultusunda ilerlemelidir. Hiç kimse güvenemediği bir ortakla iş yapmak istemez. Maalesef Türkiye uluslararası kamuoyunda güven problem yaşamaktadır. Batı’nın Türkiye’ye ihtiyacı da bizzat mevcut iktidardan kaynaklanmamaktadır. Rusya’ya karşı bir koz olarak görülmesi ve Rusya’nın ekseninden çekilerek ona karşı yeni tanımlanmış bir uç karakolu rolünün biçilmesindendir. Eğer bu rolü kabul etmeyecek olursa Yunanistan ile ilişkileri, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz gibi konularla meşgul edilmeye devam edilecektir. Zaten Doğu Akdeniz konusunda çoktan geri adım atmış ve ne Navtex ilanları kalmış ne de gaz aramalarının sonucu açıklanabilmiştir. Önce her anlamda köşeye sıkıştırılması ve iyice çaresiz durumda iken “size ihtiyacımız var” denilmesi küçük hatta çok küçük bir jestten ibarettir. Türkiye bir an önce kurumsal aklı ile hareket etmelidir. Batı’dan son zamanlarda iktidara gönderilen olumlu mesajların arkasında istediklerini bu iktidardan daha kolay elde etmeye dönük hesaplar vardır. Sonuç olarak batı bu iktidarın devam etmesini isteyebilir ancak bunu Türkiye’nin kara kaşı, kara gözü için değil, bu iktidarın pazarlığa daha açık görüntü vermesinden dolayıdır. Türkiye bu iktidarın yoğurt yeme mantıcıyla bu pazarlıktan kazançlı çıkmaz. Ekonomik krizlerden çıkış şundan bundan gelecek borçlarla değil, ilk başta piyasalara verilecek güvenle sağlanır. Güvenin olmadığı yerde her şey günlük yaşanır. Devletler günlük düşünmez, doğru kurgulanmış gelecek projeksiyonları olur. Türkiye tam da şimdi kendi ayakları üzerinde durmayı hedefleyen sağlıklı gelecek planlamalarını yapmak durumundadır.

Mustafa KAYA