ATATÜRK'ÜN SON YILLARI VE ÖLÜMÜ
Büyük kahramanları büyük milletler yetiştirir. İşte büyük Türk milletinin bağrından çıkan büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünün 84. yıl dönümünde onu bir kez daha anmak ve anlamak lüzumu doğmuştur. Zira büyük kahramanları anmak büyük milletlerin şanındadır. Dünyanın parmak ısırdığı bir önderi anmak, ruhunu şad etmek ilelebet Türk evladının en önemli vazifelerindendir. Türk çocuğu “Ata”sını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır çünkü. Büyük önderin ilk hastalık belirtisi 1937 yılında ortaya çıktı. 1938 yılı başlarında Yalova'da bulunduğu sırada, ciddî olarak hastalandı. Buradaki tedavi olumlu sonuç verdi. Fakat tamamen iyileşmeden Ankara'ya yaptığı yorucu yolculuk, hastalığının artmasına sebep oldu. Bu tarihlerde Hatay sorununun gündemde olması da onu yormaktaydı. Hasta olmasına rağmen, Mersin ve Adana'ya geziye çıktı. Kızgın güneş altında askerî birliklerimizi teftiş edip tatbikat yaptıran Atatürk, çok yorgun düştü. Ülkü edindiği millî dava uğruna kendi sağlığını hiçe saydı. Güney seyahati hastalığının artmasına sebep oldu. 26 Mayıs'ta Ankara'ya döndükten sonra tedavi ve istirahat için İstanbul'a gitti. Doktorlar tarafından, siroz hastalığı teşhisi kondu. Deniz havası iyi geldiği için, Savarona Yatı'nda bir süre dinlendi. Bu durumda bile ülke sorunlarıyla ilgilenmeye devam etti. İstanbul'a gelen Romanya kralı ile görüştü. Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık etti. 4 Temmuz 1938'de Hatay Antlaşması'nın yürürlüğe girmesi Atatürk'ü çok sevindirip moralini düzeltti. 5 Eylül 1938'de vasiyetini yazıp servetinin büyük bir kısmını Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarına bağışladı. 29 Ekim 1938'de kahraman Türk Ordusu'na yolladığı mesaj, Başbakan Celâl Bayar tarafından okundu. "Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferlerle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk ordusu!" sözü ile Türk Ordusu'nun önemini belirtmiştir. Yine aynı mesajda "Türk vatanının ve Türk'lük camiasının şan ve şerefini, dahilî ve harici her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni, her an ifaya hazır ve amade olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inanç ve itimadımı vardır" diyerek Türk Ordusu'na olan güvenini belirtmiştir. Atatürk'ün hastalığı tekrar şiddetlendi. 8 Kasımda sağlığıyla ilgili raporlar yayımlanmaya başlandı. Bütün memleketi tekrar derin bir üzüntü kapladı. Her Türk'ün kalbi onun kurtulması dileğiyle çarpıyordu. Ancak, kurtarılması için gösterilen çabalar sonuç vermedi ve korkulan oldu. Dolmabahçe Sarayı'nda 10 Kasım 1938 sabahı saat dokuzu beş geçe, insan için değişmez kanun, hükmünü uyguladı. Mustafa Kemal Atatürk aramızdan ayrıldı. .16 Kasım günü Atatürk'ün tabutu, Dolmabahçe Sarayı'nın büyük tören salonunda katafalka konuldu. Üç gün üç gece, gözü yaşlı bir insan seli ulu önderine karşı duyduğu saygı, minnet ve bağlılığını ifade etti. Cenaze namazı 19 Kasım günü Prof. Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırıldı. Etnografya Müzesinde hazırlanan geçici kabre kondu. Türk milleti daha sonra, bu büyük insana lâyık, Ankara Rasattepe'de bir Anıtkabir yaptırdı. 10 Kasım 1953'te Etnografya Müzesinden alınan Atatürk'ün naaşı Anıtkabir'e getirildi. Burada yurdun her ilinden getirilmiş olan vatan topraklan ile hazırlanan ebedî istirahatgâhına yerleştirildi. Büyük Önder Mustafa Kemal fiziken aramızdan ayrılsa da, üstte mavi gök çökmedikçe; altta yağız yer delinmedikçe Türk milleti onu kalbinde yaşatacaktır. Diyordu ya: “Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kafidir.” Evet, anlıyoruz atam: “Çalışmadan,yorulmadan,öğrenmeden,rahat yaşama yollarını aramayı ihtiyat haline getirmiş milletler, evvela haysiyetlerini,sonra hürriyetlerini ve daha sonra istiklallerini kaybetmeye mahkumdurlar.” sözünüz beynimizin en müstesna yerindedir. İzmir’de ayaklarınızın altına serilen çiğnemediğiniz bayrak, Çanakkale’de hayatını kaybeden düşman askerine, Mehmetçiğin bağrında yer açan asil tavrınız hala dimağlarımızda. Pusulamız yurtta sulh , cihanda sulh ama bu vatanın her karış toprağının kanla ıslandığını da asla unutmayacağız. Evet , Ata’m dediğiniz gibi dik ve onurlu yaşayacağız: “ Büyük olmak için kimseye iltifat etmeyeceğiz, kimseyi üstün görmeyeceğiz, hiç kimseyi aldatmayacağız, ülke için gerçek idealimiz ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceğiz. Herkes bize karşı çıkacaktır; herkes bizi yolumuzdan çevirmeye çalışacaktır; önümüze sonsuz engeller yığacaklardır, fakat biz bunlara dayanıklı olacağız. Kendimizi büyük değil,küçük,bir hiç sayarak, kimseden yardım görmeyeceğimize inanarak bu engelleri aşacağız. Bütün bunlardan sonra da 'büyük' derlerse söyleyenlere gülüp geçeceğiz.” Hayat ilkemizi bu minval üzerinde konuşlandırırken büyüklerimizi sayıp küçüklerimizi severek varlığımızı Türk varlığına armağan edeceğimize ant içiyoruz, ruhunuz şad olsun atam. “Muhtac oldugun kudret damarlarindaki asil kanda mevcuttur.” NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE! #ANMAKDEGİLANLAMAKGEREK