?>

Akdeniz'in İki Sütunu

Mustafa Kaya

1 ay önce

Tarihler 25 Ocak 2011'i gösterdiğinde Facebook üzerinden örgütlenen Mısır gençleri sokak protestolarına başladı. Yıllardır biriken sorunlardan ve iktidarın vurdum duymaz tavırlarından bıkan halk Arap Baharı’nın getirdiği "devrim" havasından yararlanarak sokaklara döküldü. Mısır’ın belki de en önemli meydanı olan Tahrir kısa sürede on binlerin beraber slogan attığı, özgürlük talep ettiği bir meydan haline geldi. Gittikçe sayıları artan göstericiler karşısında tutunamayacağını anlayan 30 yıllık Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek istifa etmek zorunda kaldı. Ülkede aniden gelen özgürlük havası yeni seçimleri de beraberinde getirdi. Müslüman Kardeşler’in adayı, Selefi görüşe sahip Nur Partisi’nin de desteğini alan Muhammed Mursi 17 Haziran 2012'de Mübarek döneminin Başbakanı Ahmet Şefik'i yenerek Cumhurbaşkanı seçildi. Mursi'nin Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte Mısır dış politikası da yeni bir döneme girdi. Mursi dönemindeki değişiklikleri anlamak için önceki yıllardaki Mısır dış politikasını bilmemiz lazım: 1952 yılında "Hür Subaylar" darbesiyle Mısır'da İngiliz egemenliğine ve Krallık yönetimine son veren Cemal Abdülnasır ve arkadaşları Pan-Arabizm ve Anti-Siyonizm eksenli bir dış politika izlemeye başladı. Pan-Arabizm eksenli politika kapsamında "Birleşik Arap Cumhuriyeti Konfederasyonu”nu kuran Mısır ve Suriye hem başarısız oldu hem de başta Suudi Arabistan olmak üzere diğer Arap ülkeleri için "tehdit" olarak görülmeye başlandı. Böylece bölgede birçok dengeyi değiştirecek Mısır-Suudi Arabistan rekabeti de ortaya çıkmaya başladı. İsrail karşıtı politika ise Nasır'ı Sovyetler Birliği (SSCB) eksenine itti. İsrail'in Amerika Birleşik Devletleri’nden (ABD) aldığı desteğe karşılık Nasır da SSCB'den destek almaya başladı. Bu süreç 1967'de "6 Gün" ve 1971'de ise "Yom Kippur" savaşlarını doğurdu. 6 Gün savaşından tam yenilgi ile çıkan Mısır, Nasır’dan sonra iktidara gelen ve Yom Kippur savaşında da kaybettiğine dair genel bir kabul olan Enver Sedat döneminde dış politikada paradigma değişimine gitti. ABD'nin baskısıyla İsrail'le 1978'de "Camp-David" anlaşmasını imzalayan Sedat ekonomisini ve dış politikasını da o masada bir nevi peşkeş çekti. 1981'de askerî geçit töreninde öldürülen Sedat'ın yerine gelen Mübarek de aynı çizgiyi devam ettirdi. İsrail'in katliamlarına kör sağır olan Mübarek bu politikasının karşılığında Mısır ekonomisini ABD'den gelen kredilere bağımlı duruma soktu. Dış desteğe bağımlı hale gelen Mısır ekonomisi zaman içinde sefalete sürüklendi. İşsizler ve düşük ücretli çalışanlar ordusu meydana geldi. Devrim sonrası seçimlerde elde ettiği başarıyla Cumhurbaşkanı seçilen Mursi dış politikada kolları sıvadı ve 3 ana çizgiyi takip etti: 1. Mısır bir Afrika ülkesi olduğu için Afrika ülkeleriyle ilişkilerini geliştirdi, 2. Mısır, Müslüman ve Arap ülke olarak İslam dünyası ve Arap coğrafyası ile eskiye nazaran daha yakın münasebetler kurdu, 3. Mısır bir Akdeniz ülkesi olduğu için denizde de ülkesinin çıkarlarını korumayı hedefleyen adımlar atmaya başladı. Mursi ülkesini ABD etkisinden kurtarma düşüncesiyle 1979 Devrimi sonrası İran'la bozulan ilişkileri onarmaya çalıştı. Tahran'ı ziyaret etti. Çin ile ekonomik ilişkileri düzenleyen anlaşmalara imza attı. Türkiye ile yakınlaşmaya başladı. Hem Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez ülkeleriyle temas kurdu, hem de kendisi de o sürecin sonucunda Cumhurbaşkanı seçildiği için Arap Baharı’nı destekledi. Üstelik Gazze'yi ve İsrail'e karşı savaşan direniş gruplarını da ihmal etmedi. Nitekim tescilli soykırım suçlusu İsrail Başbakanı Benyamin Netenyahu geçtiğimiz günlerde, "HAMAS en çok Mursi döneminde silahlandı" ifadesini kullandı. Suudi Arabistan'ın merhum Kralı Faysal'dan sonra Arap coğrafyasında ilk kez yeni bir "lider" doğuyordu. İşte Mursi'nin attığı tüm bu adımlar şüphesiz bir takım küresel ve bölgesel güçleri rahatsız etti. 1 yıllık iktidarının sonunda devrilen Mursi'nin yerine geçen Sisi, ülkesinin dış politikasını Mübarek zamanına "geri götürdü”. Mısır, Suudi Arabistan- Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ittifakının üçüncü ortağı haline geldi. Bu durumda Mısır bu sefer de Körfez’den gelecek finansal desteği beklemeye başladı. Ankara-Kahire arasındaki ilişkiler de bu dönemde hiç olmadığı kadar bozuldu. Hükümetin darbeye karşı haklı olarak ortaya koyduğu tepkiler bir süre sonra iç politikaya malzeme yapıldı.  İl, ilçe mitinglerinde Mısır'a karşı söylenen sözler elbette Kahire'den de duyuldu. Bu arada Mursi’nin de bir Cumhurbaşkanı olarak AK Parti’nin kongresine katılması yanlıştı. İşte bu süreç hem Mısır’a hem de Türkiye'ye çok şeyler kaybettirdi. Ankara-Kahire çekişmesi Yunanistan ve İsrail'in Akdeniz'de kendi ittifaklarını güçlendirmesine, Libya'da iç savaşın şiddetlenmesine ve Arap dünyasında ülkemiz aleyhine ciddi bir kara propaganda başlatılmasına sebep oldu. Ekonomik düzen iyice içinde çıkılamaz hal alınca Mısır'la beraber hedef alınan BAE ve Suudi Arabistan'la ilişkiler yeniden tesis edilmeye başlandı. Daha sonra Mısır'la yakınlaşma dönemine geçildi. İktidar unutmuş gibi yapsa da daha birkaç yıl önce Abdülfettah Sisi hakkında kullanılan sert ifadeler herkesin çok net olarak hatırasında. Ve bu maalesef ülkemizin dış politikasının ne kadar istikrarsız olduğu gerçeğinin delili olarak kayıtlarda duruyor. O nedenle dış politikada “soğukkanlı” ve "güvenilir" olmak aslında çok önemli bir detay. Aksi halde sık sık rota değiştirmek gibi bir maraz, gün kurtarılmış olsa da uzun vadede kalıcı yaralar bırakabiliyor. Şimdi artık Türkiye ve Mısır’ın hem Gazze’de yaşanan Soykırıma hem de bölgemizin, Akdeniz’in, İslam dünyasının sorunlarına ortak çözümler üretmek için daha çok birlikte mücadele etme zamanıdır. Bu süreçten bir beklenti de Türkiye ve Mısır’ın “Karşılıklı Bağımlılık” ilkesine uygun politikalar geliştirebilmeleridir. Ayrıca bu süreç halen hapiste olan Müslüman Kardeşler teşkilatının liderinin ve üst düzey yöneticilerinin de özgürlüklerine kavuşacakları süreci başlatmalıdır. Bilindiği gibi şehit Esma Biltaci'nin babası Muhammed Biltaci hala tutuklu. 81 yaşındaki İhvan lideri Muhammed Bedii hapishanede zor koşullarda kalmaya devam ediyor. Toplam 40 bin civarında Müslüman Kardeşler üyesi tutuklu ve yüzlercesi idamla yargılanıyor. Normalleşme ancak bu insanları da kapsadığı takdirde daha kalıcı ve sağlıklı bir zeminde ilerleyebilir. Mustafa Kaya
YAZARIN DİĞER YAZILARI